Sayfalar

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Anlatsana, Rüzgarın Tadı Nasıl ?


    Bakü külekler(rüzgarlar) şehri diye geçer. Gerçekten de rüzgarın kafası attığında çok acımasız olabiliyor. Kayra bu şehirde doğdu, evimize yakın bir hastanede. Doğduğu gün kar yağdı, hastane odasının penceresinden bakınca dışarısı bembeyazdı. Baküye çok fazla kar yağmaz. Hastaneden çıkarırken kapıda balonla süslenmiş arabalar duruyordu. Burada bebekler hastaneden gelin konvoyu gibi konvoyla çıkıyorlar. O zaman öğrenmiştik bunu da ve çok hoşuma gitmişti.
  
   Hava çok soğuktu, kışa denk geldi doğumu. Hep dedim, kar yağdığında gelecek benim oğlum.  Uzun bir süre dışarı çıkaramamıştık. Biraz kendine geldikten sonra gezmeye çıktık, baktım Kayra rüzgarı yalıyor. Rüzgar esince önce korkuyor hiiii diye bir nefesi kesiliyor, sonra da ne olduğunu anlamak için yalamaya çalışıyor. Bu beni çok güldürmüştü. Hala ara sıra şiddetli rüzgar da bunu yapıyor. Anlat oğlum diyorum rüzgarın tadı nasıl. Şu anda rüzgarın tadını bilenler sadece bebekler ama onlar da bizim dilimize çeviremiyor. Bir gün anlatacak duruma geldiklerin de ise, birileri onlara ‘Rüzgar yalanmaz, saçmalama’ diyecek. Neden diye soracaklar. ‘Çünkü yalanmaz’ gibi saçma bir cevap alacaklar, bunu kabul edecekler ve bırakacaklar.
 Keşke bana rüzgarın tadını anlatabilse. Keşke onu anlayabilsem. Önce o beni büyütüyor, eğitiyor, öğretiyor sonra ben onu büyüteceğim. Ama nasıl bilmiyorum. Onun kadar başarılı olabilecek miyim, bilmiyorum.
   Banyo yaptırırken suyla tanışıyor. Bekliyorum sakin sakin bu töreni. Tokalaşıyorlar. Kayra, yeni keşfettiği küçük ellerini açıyor, suyun parmaklarının arasından akışını izliyor. Ben de  izliyorum ve suyla nasıl tanışılır öğreniyorum. Bir aksilik çıkıp, birbirlerini yanlış anlamasınlar, çok soğuk ya da çok sıcak tanımasınlar, özellikle suyun ayağını kaydırıp canını yakmaya çalıştığını düşünmesin, onu boğmaya uğraştığını sanmasın diye büyük bir çaba sarf ediyorum arka planda. Bu çok önemli, çünkü hayat boyu iyi geçinmek zorunda suyla. Allahtan iyi anlaşıyorlar şimdilik.
   Sabahları uyandıktan sonra emekleme mesaisi başlıyor. İzliyorum uzaktan. Ne kadar zor bir şey. Bu eylemin adının neden EMEKleme olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Hakikaten EMEK istiyor bu iş. Bir süre sessiz çabalıyor, taktikler geliştiriyor, dengeyi keşfediyor. Bir süre sonra yoruluyor ama pes etmiyor. Bağırmaya başlıyor ama hala çabalıyor. Ara sıra da kafasını kaldırıp bana gülücük atıyor sonra devam ediyor. Onu izlerken ben yıpranıyorum ama öğreniyorum. Yapılması gereken bir şey için, nasıl pes etmeden çaba sarf edilir, yorulsan da nasıl gücünün son damlasına kadar uğraşırsın, ama hala keyiflisindir ve etrafına pozitif enerji verirsin.
  Dışarıda ciddi, devamlı etrafı inceleyen, sakin bir tip benim oğlum. İnsanları, özellikle suratlarını çok ciddi inceliyor. Sevdiklerine küçük bir gülücük atıyor o kadar. Mesafeli ama samimi davranıyor. Eve geldiğimizde ise bambaşka biri oluyor. Konuşuyor (kendi dilinde, bağırıyor, (bazen küfrettiğini düşünüyorum ses tonundan) gülümsüyor, kahkahalar atıyor. Bazen buna çok şaşırıyorum ve anlayamıyorum nedenini. İnceledikçe fark ediyorum ki; kime güvenip güvenmemesi gerektiğini kontrol ediyor, ortamın güvenli  olup olmadığını kontrol ediyor. Eğer kendini güvende hissederse rahatlıyor ve açılıyor, değilse sessizce izliyor sadece. Ben bunu hala beceremiyorum. Önce bulunduğum ortamı tartıp, sonra tepki vermem gerektiğini çoğu zaman atlayabiliyorum.
   Bu hareketler sadece Kayraya özgü değil. Etrafımda incelediğim çoğu bebekte var bu özellikler. Onlar öyle bir programla geliyorlar ki, her şeyi biliyorlar. Biz ise zamanla onlara bir şeyler öğrettiğimizi sanarak, programı bozuyoruz. Onların en güzel rehberi doğa. Deneyerek keşfetmeye ve öğrenmeye ayarlılar. Biz onlara bilgiyi dayatıyoruz. Halbuki onlar, bilgiyi, keşfetme sırasında bir araç olarak kullanmalı. Özgür, sınırsız, taze beyinleri doğada dans ederek gelişmeli. Bizim şartlanmalarımızla küçücük bir alana hapsedilmemeli. Kuru kuru akılcı bilgi yerine, duygularını ve algılarını da işin içine katabilecekleri bir öğrenme şekline ihtiyaçları var. Hedefleri; yaratıcılığı, hayal gücü, şefkati, vicdanı, saygısı, farkındalığı gelişmiş bir İNSAN olmak, olmalı.
  Biz onlara yaşadığımız toplumun, beğenmediğimiz yapısını dayatıyoruz. Şartlanmalar ve anlamsız sınırlamalarla onları köreltiyoruz. Bazen işimize geldiği için uyuşturulmalarına göz yumuyoruz.
 Çok korkuyorum ona layık bir anne olamamaktan. Farkında olmadan onda zaten var olanlara zarar vermekten. Ona, hayatta ki bu akışında, iyi bir rehber olamamaktan. Onu hayalimdeki  karaktere hapsetmekten. Toplumun kontrol edemediğim sert ve vicdansız ellerinden koruyamamaktan.
 Rüzgarın tadını unutmasından, suyu yakalamaktan vazgeçmesinden korkuyorum…

1 yorum:

utermeal dedi ki...

korkularını öyle iyi anlıyorum ki canım, zannederim bu korku bebeğini eline alan her annenin yaşadığı doğal bir duygu. Utkan doğduktan sonra özellikle ilk iki-üç hafta onu kaybetmekten, anne olmayı becerememekten, başarısız olmaktan öyle korkuyordum ki, o uyurken saçlarını okşayarak ağlardım. sonra ağlamalar geçti ama o korkular bitmedi. zannederim benim annem bile hala (en büyüğü neredeyse 40 yaşında) olan üç çocuğu için aynı kaygıları taşıyor.

Yorum Gönder

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger