Sayfalar

30 Eylül 2011 Cuma

Görenler Giremez...

      Türkiyede, çalıştığım zamanlarda, sosyal sorumluluk projelerini çok seviyordum. Elimden geldiğince de katılmaya ve destek olmaya çalışıyordum. Bu tür sorumluluklar insana, başka hiçbir yerde bulamayacağı şeyler öğretiyor. Aslında siz başkalarına yardım etmiyorsunuz, onların size yardım etmesine izin veriyorsunuz. Bu düşüncem, çoğu kişiye uçuk ya da mantıksız gelse de, ben o dönemde böyle hissediyordum. Çok şey öğreniyordum, hayata bakış açım daha farklı ve güçlü oluyordu, içimin temizlendiğini hissediyordum, insan olduğumu ve sorumluluğumu yerine getirdiğim içim kendimi hafiflemiş hissediyordum. Çocukların yüzlerindeki birazcık buruk gülümseme ve onların,  mutlu olduğunu görmem, bana daha fazla güç veriyordu. Daha çok şey yapabileceğimi hissediyordum.
   

28 Eylül 2011 Çarşamba

Zengin Çaycılar..

Modern sokakta geçmiş...
   Üniversitedeyken, yalnız yaşadığım bir dönemde, en sevdiğim şeylerden biri gazetelerdi. Günlük birkaç tane gazete okuyordum ama cumartesi Pazar sayı beş altıya çıkardı. Hatta bir gün bakkal ‘Abla madem bu kadar okuyorsun bilgi yarışmalarına katılsana demişti’ Çok gülmüştüm o zaman. Gazeteyle yarışmalara katılınsaydı, çaycılar zengin olurdu. (Çaycıların en sevdiği şeylerden birisi, tezgaha serdikleri gazetede ki haberleri okumaktır)

   Özellikle hafta sonu kültür eklerine bayılırdım. Sevdiğim yazıları, röportajları, haberleri keser, dosyalardım. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, o gazete haberlerini okumak, çok zevklidir.  Hatta ve hatta daha ileri giderek, üniversite kütüphanesinde en sevdiğim bölümlerden birisi, arşivdeki eski gazete bölümüydü.  Onları  tam boy ciltlerler, Bir de   özel masası olur. Dev gazete cildini, o masanın üzerine koyar, tek tek kitap gibi okursunuz. Dansözlerin büstiyerleri çizili olur, kimilerinin gözlerinde siyah şerit. Çok eğlenirdim. Hele o gazetelerin köşelerinde fıkralar olurdu. Bir milletin mizah anlayışının, bu kadar zamanda nasıl değiştiğine şaşırmamak mümkün değil.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Kötü Sesli Kara Horoz!

Sabah saatin beşi. Boğazımı yakan saf oksijenle ve burnumdaki sabun kokusuyla gözlerimi açıyorum. Dışarda ötmeyi beceremeyen bir horoz sesi, yanımda da gözlerini açmadan, kafasını yastığın altına sokmuş, horoza küfreden bir adam.
   Altımda, yatış şeklimi almış, engebeli bir yün yatak. Gece nasıl düşmedim bu yataktan hayret. Yattığım yerde, sağıma bakıyorum; oyma cevizden yapılmış, tavana kadar yükselen ve her an üzerime yıkılacakmış gibi heybetli duran, altı kapılı bir gardırop. Soluma bakıyorum; aynası küçük kendi büyük, üzerinde; Almanya dan gelmişe benzeyen yeşil renkli bir gece lambası duran, bir tuvalet masası. 

24 Eylül 2011 Cumartesi

Göbek Üstü Kumanda..

        Çalıştığım zamanlarda cumartesi geceleri; ertesi gün iş olmadığı ve istediğim saate kadar yatabileceğim anlamına gelirdi. Yıllarca her cumartesi ısrarla bu hayali kurdum. Babamın( ve hayatımdaki diğer iki erkeğin) bir huyu vardır. Pazar sabahı en az yedi de kalkar ve herkesi uyandırır. Herkes gözü kapalı zorla  kahvaltı yapar, sonra kendisi gider yatar. Herkesin uykusu kaçmıştır artık. Uyku hayali bir daha ki pazara kalır. O Pazar hiç gelmez ama.
Şimdi ise cumartesi geceleri hayali; sabah Hakan ve Kayra erken kalkacak, onlar oynarken ben istediğim kadar uyuyabilirim. Tabi onlar da babam gibi yedide kalkınca dokuzu zar zor edip başıma dikiliyorlar ‘Acıktıkkk’

20 Eylül 2011 Salı

Şaşı Bakıyorum Ama Göremiyorum...

Londra da bir sanat galerisi
         Birkaç gündür yazamadım. Beynimi ve  ruhumu başka alemlere gönderdim, kelime toplasınlar diye. İkisi de ayrı ayrı bir sürü kelime doldurmuş gelmiş, torbalarına. Şimdi de oturup, onları güzelce  yan yana dizmem gerekiyor ki, anlamlarını bulsunlar.
Geldim eve gecenin karanlık sofrasında saçtım hepsini ortaya, neresinden başlasam dizmeye bilemedim. Kelimeler bana bakıyor, ben kelimelere.
Başlıklar çoğaldı, anlamlar çoğaldı, ben çoğaldım. Çoğaldıkça da azaldım.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Bilginin Evinde Balayı..

Bilginin evi
‘ İnsanların kendilerine verdiği en büyük ceza, özlerini dünyaya hapsetmektir sanırım’

    Azericeyi seviyorum. Bazı kavramları nasıl anlatırım diye düşündüğüm zaman, bazen Azerice kelimeler daha açıklayıcı geliyor. Sanki demek istediğimi, tam olarak o kelime ifade edecekmiş gibi hissediyorum. Türkçe deki ‘Kendi‘ kelimesi Azerice ‘öz’ olarak kullanılıyor. Mesela ‘Kendi kendine’ ‘Özü özüne - kendim giderim - Özüm giderim’ gibi.
 

15 Eylül 2011 Perşembe

Bir Kaç Yüzyıl Geçerli Ehliyet...

Kayra babasının anneannesiyle elele
   Annemin zamanında ki çocuklarla, benim zamanımda ki çocuklar arasında bu kadar fark olması, dünyanın geleceği açısından beni korkutuyor. Bu kadar kısa süre içerisinde, insan denen varlığın beyin yapısı, bu kadar hızlı değişir ve gelişirse birkaç kuşak sonra bize ne diye bakacaklar. İlkel insanlar, taş devri insanları, teknolojisiz insanlar veya başka neler diyecekler. Biz şu anda geleceğin ilkelleriyiz yani. Benim torunum, annem hakkında, ‘Biliyor musun,  internete kablo ile bağlanıyorlarmış, ne garip dimi’ diyecek. Ben bile o kadar süre  google’sız nasıl yaşamışız hiç anlayamıyorum ki o nasıl demesin ki.

13 Eylül 2011 Salı

Kim Bildiğini, Susarak Anlatabilir?

Cambridgede ki sınıfım (moritanyalılar)
      Bizim de okulumuz açıldı ne var yani. Herkesin okulu açılmış, hava atıyorlar, bizim de açıldı okulumuz. Hatta bugün play&learn vardı. Oynayalım – öğrenelim, oynadık – öğrendik. Çok eğlenceliydi. Gerçi benim için 7,5 kg la bir oraya bir buraya koşmak oldukça yorucu oldu ama olsun.
  
     Ortada bir sürü farklı milletten çocuk dolanıyor. Afrikalı, Azeri, Rus, Türk, İngiliz… Ülke Azerbaycan, dil karışık. Dört dil ; Azerice, Türkçe, Rusça, İngilizce. Herkes birbirini anlıyor. Ortamda tek ortak dile sahip varlıklar bebekler. Dil Bebekçe.

11 Eylül 2011 Pazar

Fırınlama İşlemi Nerede?

Bakü de bir vitrin
        İnsanın, kendini  bilme yaşı bilmem kaçtır. O zamana kadar hayat, insanı, anne ve babayla işbirliği içinde güzelce bir yoğuruyor. Hamur kıvamına  geldiği zaman da başlıyor şekil vermeye. Bu şekil verme işlemi ise bir ömür sürüyor. (Sanırım fırınlama işlemi diğer aleme kalıyor.) Kaç yaşına gelirsen gel bir türlü ‘ hah işte ben buyum’  diyemiyorsun. Diyen varsa helal olsun ama ben diyemeyenlerin tarafındayım. Çünkü devamlı kendimi şaşırtmayı başarıyorum. Hakanın takıntısıdır bu, benim kendimi birkaç parçaya ayırmam. Başka türlü kontrol edemiyorum ki hayatı. Bir ucundan tutsam diğer tarafı kaçıyor.

8 Eylül 2011 Perşembe

Palyaço Kuklamın Anısına..

Hakanın yapbozu
(1500 parça) 
    Bazen bir kelime duyuyorum. O kelime oltaya takılmış balık gibi beynimde zıplayıp duruyor. Alıyorum su dolu kovaya atıyorum. Sonra bir ikincisi takılıyor ve o da kendini kovada buluyor. Sonra hissediyorum ki bu kelimelerin bir ortak yanı var ama ne. Bunlar sanki bir bütünün parçaları ve birleşince çok uzun bir yazı çıkacak ortaya. İş ki ortak bir ipe bağlayabilmekte. Konu dilimin ucunda dolanıyor dolanıyor ama bir türlü kendini dışarı atamıyor. Arkadaşlarımdan birine diyorum, çek çıkar şu konuyu dilimden. Bir cümle söylüyor ve konu erimiş çikolata gibi damla damla akıyor kağıda.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Kahve Çekirdeği...



     Melekler dünyaya  doğduklarında, hayata ilk tutunma aracı anne kokusudur. Annelerinin yüzlerini göremezler, seslerini de tanırlar ama anne kokusu onları en çok güvende hissettiren şeydir. İnsanlar onlara hoşgeldin demek için geldiklerinde   ilk olarak koklarlar. Bebek kokusunu sevmeyen olamaz. Onun üzerine sinen koku, gelirken ona eşlik eden meleklerin parfümüdür belki de. Ya da geldiği dünyanın rüzgarı, bilinemez. Ama bu dünyaya ait bir koku olmadığı kesin. Anneleri ve bebekleri bir odaya koysanız ve gözlerini bağlasanız, istisnasız hepsi birbirini bulabilir. Kokularından tabi ki. Her insanın, parmak izi gibi ten kokusu vardır ve bunu en iyi çözen de anneler ve bebekleridir.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Cevizli Ekmek Tadında Sohbetler...

Bakü de bir Çin  restoranı
Küçükken en sevdiğim şeylerden birisi tüplü çikolatalardı. Bitmesin diye yavaş yavaş yemeye çalışırdım. İki üç lokmada bir kapağını kapatır. Damağımda çikolatayı iyice yayar ağzımda bekletirdim O tada doymadan yutmazdım o lokmayı. Sonra kapağı açar ve biraz daha çekerdim içime. En sonunda da demir tüpü altındaki dikişi kalınlığında katlaya katlaya kalanı çıkarmaya çalışırdım Bazen daha da ileri gidip tüpü kesip içini sıyırdığımda olmuştur. Şimdi de ara sıra alışverişe çıktığımızda görüyoruz. Aşkımla birbirimize bakıp gülüyoruz, alalım mı?

3 Eylül 2011 Cumartesi

Dörtyol Kavşağında Neler Oluyor?

Parklarımızdan biri
   Bazen sessizce geri çekilir ve dünyaya dışardan bakarsınız. O andaki duygularınızı ifade etmek için, aklınıza gelen fotoğraflar film karelerindendir. Okunulan kitaplar ve izlenilen filmler; farkında olmadan ne kadar çok şey işlenmiş beyin kıvrımlarına. Artık oğluşkiyle park turlarımız belirli bir düzene girdi sayılır. Bakü nün en sevdiğim yanlarından  birisi de parkları. Çok büyük, havuzlu ve bol ağaçlı parkları. Bir iki tanesi de evimize yakın.
Atıyoruz Kayrayı arabasına, dolduruyoruz  cigulisinin bagajını Suyu, yoğurdu, pisisi, benim kitabım, bilgisayarım… ( ciguli; Azerbaycan da, minik serçe arabalara verilen isim.  Bir toplumun, bir araba modeline sevdası üzerine, bir sosyoloji tezi yazılabilir.Çok derin mevzu.)  

1 Eylül 2011 Perşembe

Oksijen Yatağına Attım...



Bakü - Nabran
Oğlumu taze ağaç yapraklarıyla doldurulmuş, oksijen yatağına attım.
Yatağını, deniz dalgalarından yaptığım beşiğine yerleştirdim.
Kenarına, yaprakların hışırtısıyla, dalgaların sesinden, dönence iliştirdim.
Uyku meleklerine teslim edip, rüyalara gönderdim…
Başına oturdum, huzurun resmini izledim.
                                                                       Kayranın Annesi

      Gece yarısı karar verdik kaçmaya, sabah yoldaydık. Arkamıza bakmadan Baküden kaçtık. Kendimize bayram hediyesi verdik. Oğluşkinin ilk bayramını kutlamaya, onu ağaçların evine götürdük.
 Oğlum, ağaçlardan gökyüzünün görünmediği, etrafta yeşilin dışında rengin, su sesinin dışında sesin olmadığı ormanlarda uyudu, iki gün. Babamızın hediyesi süper oldu, bizim için.
    Sabah 8 de yola çıktık. Hedef Nabran. Deniz kenarında, Baküye 220km uzaklıkta olan küçük bir ilçe. Etrafı ormanlarla kaplı. Turistik bir merkez de diyebiliriz. Baküden sıkılan insanların, dinlenmek için, kaçamak yaptıkları yerlerden birisi.

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger