Sayfalar

30 Ocak 2012 Pazartesi

Üst Bilinçli Yaşamak

Bir ben var benim tanıdığım, eşimin tanıdığı başka bir ben, ailemin tanıdığı birkaç tane daha ve tanımadığım onlarca kişinin hayalinde onlarca ben daha. Benler çoğalınca mı gerçek ben oluyorum yoksa hepsi bana ait farklı parçalar mı? Acaba ben biliyor muyum ki kim olduğumu?

İnsanın kendini tanıması mümkün müdür gerçekten bilemiyorum. Bu bir bakıma, devamlı yuvarlanan bir topta köşe aramaya benziyor. Yine de insan bu çabasından vazgeçmiş değil ve dünyanın sonu gelene kadar da vazgeçmeyecek. İçindeki KORKU isimli duygunun kaynağı da bu bilinmeze ulaşamamak ya zaten. Bu  bir de MERAK duygusuyla birleşince ortaya felsefe çıkıyor işte. Bilimlerin şamar oğlanı. Gelen sataşır giden sataşır ama sonunda da çoğu bir yerinden bulaşır.

Kendime bir sürü farklı pencereden bakıyorum. Kendim gıyabında insana bakıyorum. Psikolojiden, kuantumdan, kişisel gelişimden, dinden, kültürden, sosyolojiden, genden, milliyetten, beslenmeden, fizyolojiden, beden dilinden, bilinçten… O kadar çok değişen etken var ki üzerimde, bütün bunların içinde insan kendinin ne kadarını çözebilir ki?

Lafa gelince; “ ben kendimi tanıyorum, eşimi tanıyorum, ailemi tanıyorum hatta ben insanları iyi tanıyorum”  diyen çoktur. Evet insanlar belirli kriterlere göre sınıflandırılabilir ve gruplara ayrılabilir. Karşıdakinin hangi gruba ait olduğunu fark etmek onu tanımak anlamına gelmez.

Bilinci üç bölüme ayırmışlar. İd (altbenlik), ego (benlik), süperego (üstbenlik). İd: doğuştan gelen, toplumsal kuralları tanımayan (bir bakıma hayvani) dürtüler. Ego: toplumun farkında olan ve kuralsız dürtüleri dengeleyen bilinç. Süperego ise kurallar ve toplumsal değerleri göz önüne alarak  doğru hareket şeklini belirleyen bilinç.

İnsanın her yaptığı hareket bu üç bilinç aşamasıyla ilgilidir. Yapılan hatalar ise bu aşamalardan birinin düzgün işlemediği anlamına gelir.

 İnsanı tanıma, eğitme, yönlendirme ve yönetmeyi meslek edinmiş insanların dışında, kaç kişi kendi hareketlerini buna benzer şekillerde analiz eder ki?

Yapılan hatalarda genelde en kolay olan “suçlama mekanizması” devreye girer, etrafta suçlanmaya en müsait kişi belirlenir ve etiketlenir.  Hele de karşıda “Suçlu benim” psikolojisiyle hayatını sürdüren biri varsa, problemler çok daha kolay halledilir. Bu tür evli çiftler vardır ve çok mutludurlar. Birisi her zaman için kendini suçlu ve sorumlu hisseden bir yapıya sahiptir diğeri de suçlayıcı karaktere ve birbirilerini çok güzel tamamlarlar.
Hatalar karşısında bahane sistemini huy edinmiş insanlar ise her zaman aynaya arka tarafından bakıp, istediklerini görürler.

İnsan birkaç dakikalığına da olsa kendine dışardan bakabilseydi neler görürdü kim bilir? Bir karmaşa ve koşturmaca içerisinde yaşarken neyi neden yaptığını çoğu zaman fark edemiyor. Kaçırdığı şeylerden bir tanesi de, onu şekillendirenin de yine o kargaşa ve koşturmaca ile geçen yaşam olduğu. Bu nedenle de hayata mola verip ellerine baktığında  boş buluyor.

İnsan ne kadar uğraşsa da tamamen kendini tanıyamaz. Sadece ordan burdan birazcık farkındalıkla en azından aynada baktığı kişinin hangi gruba ait olduğunu çözebilir.

“Kendini Bilmek” ile  “Bilinçli Yaşamak”  kardeş sayılır.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Pratik Yaşama Sanatı

        Evimize karla geldik, Baküye kar getirdik. Düzenimizi kurmak sandığımdan da zor oluyor. Oğlum kalabalığa, ben de özgürlüğe çok alışmışız anlaşılan. Bu aralar hayatımdaki her şey indirim sepetindeki kıyafetler gibi birbirine girmiş durumda. Neyin ucunu çekince elime ne gelecek pek bilemiyorum. Aynı zaman diliminde yapmam gereken o kadar çok şey var ki.

    Zamanı iyi değerlendiren insanlara gıpta ediyorum. Aynı anda o kadar çok şeyi bir arada yapabiliyorlar ki. Gayet sakin ve keyifli görünüyorlar. Onlar bunu yaşam tarzı haline getiriyorlar. Kendimi düşününce çoğu insana göre çok da kötü  sayılmam ama yine de yapılacak çok şey var.

Bir bebekle yaşamak gerçekten zorlayıcı ama bir o kadar da eğlenceli. Birkaç seçeneğiniz var. Ya tamamen kendinizi ona adayacaksınız, ya onu birilerine bırakıp kendinizi ön plana alacaksınız, ya da birlikte ve dengeli hareket etmeyi öğreneceksiniz. Öyle bir sistem kurulmalı ki hem sizin hem onun yararına olmalı. İşte bu aralar yoğun olarak bu sistemle meşgulüz.

Benim mesleğimin de yan etkileri var tabi. Bunlar bazen gerçekten de komik sahnelere neden olabiliyor. Salonumuzdaki altı kişilik yemek masası benim çalışma masam olmuş durumda. Kitaplar, defterler, dosyalar ve kocaman bir kalemlik. Gelenlerin şaşkın bakışlarını görünce hemen açıklama yapıyorum ” Pratik yaşama sanatı üzerinde çalışıyorum da” Tabi sonra büyük bir kahkaha kopuyor.
Kayranın günlüğü, aktivite defteri, beslenme defteri, benim not defterlerim, eğitim kitapları, okuma kitaplarım sözlükler derken hepsi masanın üzerinde yığılmış durumda.

Bu sistem nasıl kurulmalı diye düşünürken önce ana paçayı yerleştireyim dedim. Tabi ki Kayra. Onun günlük ve haftalık programını yaptım. Ben de kendi programımı onun aralarına sıkıştırdım. Sonra hesapladım ki bana ait zaman sadece onun gündüz iki saat uyuma zamanı ve gece yattıktan sonraki iki saat. Yani benim en iyi ihtimalle toplam 4 saatim oluyor kâğıt üzerinde. Arada da biraz oradan buradan kırparız, bir iki saat az uyuruz derken idare edip gideceğiz artık napalım.

Eskiler bana bakıp gülüyorlar. “Biz kaç tane çocuk yetiştirdik, sen bir tanesiyle kitlenmiş durumdasın” diye. E düşünüyorum benim ek zaman için harcadığım zamanı onlar harcamıyorlarmış ki. Biz çocuk sosyalleşsin diye oyun okuluna götürüyoruz, onlarda bir sürü çocuk var, avluya bıraktın mı hepsi sosyalleşiyor zaten, biz özel oyun hamurları yoğuruyoruz çocuğun el becerileri artsın, ince motorları gelişsin diye, teyzelerim her sabah ekmek yaparlarmış çocuklarda bir köşede parça hamurlarla oynarmış, biz özel yemekler yapıyoruz tuz yok salça yok besin değeri şu olacak diye uğraşıyoruz, onlarda ortaya ne konursa herkes yermiş, biz önüne renkli kağıtlar koyuyoruz yırtsın diye asimetrik becerisi artacak diye onlarda çocuklar arasında kıyamet koparmış benim defterimi yırttı, kitabımı karaladı diye. Bir de üzerine şamarı yer otururlarmış.

Biz eskiden kendiliğinden oluşan uyaranları şu anda suni olarak oluşturmaya çalışıyoruz. Hatta benim çok beğendiğim ve şu anda modern annelerin favorisi olan Montessori eğitimi tamamen ilkel bir eğitim modeli. Aktiviteler, malzemeler, oyuncaklar doğal ve ev usulü. Benim canımı sıkan şey ise eskiden kendiliğinden oluşan bu ortam için şu anda fazladan çaba, zaman ve para harcamak. Çocuk için köye taşınan insanları ilk duyduğumda şaşırıyordum ama şimdi hak vermeye başlıyorum.

Bebeklerde ilk üç yaş dönemine emici zihin zamanı deniyor. Bu da “ Bebek bir şeyden anlamaz, önüne iki oyuncak koyayım gidip işimi yapayım” düşüncesinin pek de iyi olmadığını gösteriyor. Bu dönemde etraflarında gördükleri, duydukları, dokundukları her şeyi sünger gibi emiyorlar ve beyinleri bu doğrultuda gelişiyor. Bunun için çocuğa zorla ve anlamsız bir şeylerle oyalamak yerine, ortamını sağlıklı ve gelişime uygun hale getirmek gerekiyor. Televizyon ise bir bebeğin en büyük düşmanı.Bu nedenle şu anda bizim evde televizyon iptal edildi. Bu bize de inanılmaz zaman kazandırdı ki şu anda zaman benim için altın kıymetinde.

 İndirim sepetindeki parçaları teker teker katlayıp raflarına yerleştirmeye başladık. Alt taraflarda kalan kelimelerime ulaşabildim sonunda. Yavaş yavaş onları da düzenleyip yerlerine yerleştirebilirim artık.
Yazmayı ve paylaşmayı özledim. Kelimeler sabırsız…

18 Ocak 2012 Çarşamba

Uluslararası Kar Temizliği


Neredeyse bir hafta olmuş yazmayalı. Aslında kafamda devamlı yazıyorum, sadece kelimeleri sayfaya taşınmaya bir türlü ikna edemedim. Yazmayı özledim.

Büyük bir hızla tatilimizin son haftasına girdik. Bir tarafımız  babamıza kavuşacağımız için  heyecanlı, diğer tarafımız ise bu sevgi selini bırakacağımız için  üzgün. Kayra ve annesi için  güzel ve verimli bir tatil oldu. Bu arada da  Kayra’nın  birinci yaşının birinci doğum gününü bir ay öncesinden kutladık. Dedelerle anneannelerle babannelerle ilk doğum günü fotoğraflarını çektik. Zaten erken doğum gününün amacı da bu fotoğraf albümüydü. Her yer süslendi, pastalar börekler yapıldı, çiçekler alındı, oğluşki önce mumu üfledi arkasından da ayağını pastaya soktu. Her şey an be an kamerayla kaydedildi tabiî ki. Sadece babamız yoktu. Asıl doğum gününü de  onunla kutlayacağız tabi ki.

Her yer kar. Kayra bir koltukta uyuyor ben de yerden uzanan camın önündeki diğer koltuğa büzülmüşüm, bir elimde sıcak çikolata diğerinde güzel bir kitap. Var mı bundan alâ bir keyif. Her yer bembeyaz, okullar tatil, dışarıda hiç ses yok. Ara sıra annemin camın önüne koyduğu ekmeklere gelen kuşlar sessizliği bozuyor. Annem mutfaktan koşup geliyor ‘ Bak geldiler, bence kaçırma bunu hemen fotoğraflarını çek.’ Annem kuşların sistemini çözmüş, heyecanla bana anlatıyor." Bak ilk önce bu küçük geldi sonra gidip diğerlerine haber verdi ve sonra hepsi birden geldiler. Şimdi onlar yedi gitti, büyükler geldi" Hikayesiyle birlikte kuşlar etkiliyor beni ve kitabı fincanı bir tarafa bırakıyorum, makineye sarılıyorum. Onları korkutmamak içi yerde komando sürünüşüyle cama yaklaşıyorum ve bir iki kare anca yakalayabiliyorum. Kar, kuşlar, ekmek ufakları, fotoğraf makinesi ve ben bir türlü gereken pozisyonu alamıyoruz. En sonunda kıyamıyorum onları rahatsız etmeye ve fotoğraf sevdamdan feragat ediyorum.

Tamam dışarısı bu kadar soğuk ve karlıyken sıcacık evde oturup keyif yapması güzel de hayat devam ediyor. Son haftadayız ve yapılması gereken bir sürü iş var. Küçük kara defterim, arasında bir kalemle ortalarda geziyor. Alınacaklar, hediyeler, yapılması gereken resmi işler, ödemeler. Bu kadar miskin ve keyifliyken bu işler gözüme dağlar kadar büyük görünüyor. Zaman daraldı harekete geçmek lazım, hayat miskinleri sevmez. 


Alıyorum elime fırçayı, donanıyorum kar savaşı takımlarımı ve dört gündür yerinden kımıldamayan arabanın başına. Üzerindeki kar 40 cm olmuş sanırım. Camlarda kalın bir buz kütlesi. Allahtan güneş yardıma geldi. “Hadi sen yumuşat ben temizleyeyim” diyorum kibarca. O da keyfi yettiğince eritiyor sağ olsun. Bir zamanlar kurduğumuz Kanada da yaşama hayalimiz geliyor aklıma ve tam o sırada Hakan arıyor. İlk cümlem ‘ Biz iyi ki Kanada'ya gitmemişiz, kar temizlemek çok zormuş’  Önce biraz duraksıyor sora gülmeye başlıyor. Ben heyecanlı heyecanlı nasıl kar temizlediğimi anlatıyorum, uluslar arası.
Telefonu kapatınca düşünüyorum kendi kedime “An’ı yaşamak ne kadar eğlenceli aslında. Ne öncesi ne sonrası o anda en büyük derdim ve eğlencem kar temizliği, o kadar”

Araba temizleniyor temizlenmesine de buzlu yollar ve Kayra düşündürüyor beni. Tabi bu şartlar altında bizim liste biraz kısalmak zorunda ve acil ihtiyaçlar listesine dönüşmek zorunda kalıyor. Zaman daraldıkça ve hava şartları bizi sabote ettikçe de listede ki satırlar daha da  eksiliyor. Tek derdim internetten sipariş verdiğim kitaplarımın gitmeden elime geçmesi o kadar.

Sakin, dingin, bol kitaplı, okumalı, eğlenceli, karlı bir tatil. Ne tuhaf yaşadığımız yerde sakinliğin içerisinde her zaman bir telaş, hareket, yoğunluk var. Burada ise kalabalığın içerisinde farklı bir sakinlik. Hayatın öyle, tatilin de böyle yaşanması gerekiyor.

Yazmayı özledim.İçim kıpır kıpır.Kelimelerimi biriktirdim. Evimize gidince onları sıraya dizeceğim. Üzerine biraz da aşk tozundan serpip, ikram edeceğim.


10 Ocak 2012 Salı

Satır Arasındaki Felsefe

Bazı insanlar vardır, konuşurken kendinizi hipnotize olmuş gibi hissedersiniz. Sohbeti hiç bitmesin istersiniz. Hayatına bakarsınız, anlattıkları ile birebir örtüşür. Konuşurken de tıpkı yaşarken olduğu gibi oldukça sakin, düzenli ve sabırlıdırlar. Kelimelerini seçerek konuşurlar ve size bir şey anlatırken kabul ettirmek için çabalamazlar. Sadece inandıklarını paylaşmak isterler. Hayatı keskin köşelerden yakalamazlar, daha yumuşak ve esnek bir bakış açıları vardır. Bu, kendilerine ait fikirleri olmadığı anlamına gelmez. Sadece şartlanma ve önyargılarının olmaması, ayrıca ego seviyelerinin düşük olması, fikirlerinin daha geniş alana yayılmasını sağlar. Bu yüzden de sabit fikirlilikten kurtulurlar.

Bu insanlar, çoğu kişinin aksine “dinleme” eylemini iyi becerirler. Bu yüzden, sıra kendilerine geldiğinde çok konuşmalarına rağmen, sessiz bir karakter çizerler.

Aslında oldukça ağır olan bir yemeğin, yağı doğru seçildiği ve az miktarda kullanıldığı için çok lezzetli ve hafif olduğunu düşünürsünüz. İşte bu insanlar da ağır ve etkili konuşurlar, ama kelimelerin miktarını öyle bir ayarlarlar ki sohbetin sonunda kendinizi enerji dolu, mutlu ve hafiflemiş hissedersiniz.

Bu insanları farklı kılan, satır aralarındaki “Hayat felsefem” diye başlayan cümlelerdir. Çok az insan bir hayat felsefesine sahip olacak kadar kendini tanıyabilir. Ancak “Ben neyi, neden yaptığımı bilecek kadar kendimi tanıyorum, her hareketimin sorumluluğunu alabilecek olgunluktayım, hayatıma belirlediğim prensiplerin aydınlattığı yoldan devam ediyorum” diyebilen insanlar felsefelerini belirleyebilirler.

Satır aralarındaki kısa ama derin cümleler, insanın karakterini ve yaşam şeklini apaçık ortaya koyar. Zorlayıcı hayat şartları içinde belirli erdemlere sahip olmak ve kendini toplumdan soyutlamadan, hoşgörülü olup sana uymayanı da kabul ederek kendine toplumda tarafsız bir yer edinmek gerçekten çok zordur.

Hayat felsefesi “her zaman pozitif düşünmek” olan insanların, etrafındakileri etkileme kabiliyetleri çok kuvvetlidir. Onların yanında kendimizi mutlu ve güvende hissederiz. Onlar hayatı çok da fazla büyütmeden, dramatize etmeden, daha basit yaşamayı severler. Bu nedenle de daha kolay mutlu olurlar.

Hayat felsefesi “namuslu ve düzgün yaşamak” olan insanlar biraz daha sert çizgilere sahiptirler. Olmazsa olmazları vardır. Daha seçici, dikkatlidirler, hayatta daha az risk alırlar. Her insanın amaçlarından biridir bu, ama bazı insanlar için hayat bu amaç etrafında döner. Yaşamın akışı içinde namuslu bir insan olmakla, sadece bunun için yaşamak çok farklıdır.

Bir de hayatının anlamı “başkalarına faydalı olmak” olan insanlar vardır. Onlar, bu içgüdüyle doğarlar. Her zaman sosyal sorumluluk projelerinin içindedirler. Attıkları her adımda, sonucun kime ne faydası olacağını düşünürler. Kendilerini başkalarına çok rahat adayabilirler. Bu insanlar doğaya da saygılıdır.

Böyle uzar gider kişisel felsefe çeşitleri. Her insanın kendine ait bir bakış açısı ve öncelikleri vardır. Yaşamını da buna göre şekillendirir, ama çoğu zaman oturup bunu düşünmez. Buna gerek duymaz. Bunu belirlemenin veya isimlendirmenin kendine ne katacağını bilemez. “Ben zaten böyle yaşayıp gidiyorum, neden benim hayat felsefem şudur diye belirteyim ki?” diye düşünür. Biraz da kendini kalıplara sokmak istemez. “Ya bir şey söyler de iki gün sonra aksini yaparsam” diye düşünebilir. Çünkü bu bir sorumluluktur.

Bu sorumluluğu ancak kendini çok iyi tanıyan, hayatına şekil vermiş, yolunu belirlemiş, özgüveni yüksek, kendinden ve hayatından her zaman emin olan insanlar alabilirler. Bu noktaya gelmek için insana biraz yaş ve deneyim lazım.

Manevi karakteri oturmayan insanın felsefesi de olmaz.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Salıncak


Salıncağın çocuklar için çok faydalı olduğu söylenir. Çocuğun izafiyet duygusunu geliştirip derinlik duygusunu artırdığı bilinir. Acaba fiziki izafiyet duygusu, manevi izafiyet duygusunun da yerleşmesini sağlar mı? Manevi izafiyet duygusu aslında çok derin ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

Kayra’ya anneannesi iki tane dev masal kitabı aldı. Bunlara kucak kitabı da deniyormuş. Çok büyük olduğu için çocuğun görüş alanını tamamen kaplıyor. Müzikli olmayanların pek yüzüne bakmazken bunlar çok ilgisini çekti. Kimi zaman her ne kadar üzerinde oturarak okumaya çalışsa da sayfalarını çevirmek, kapatmak, açmak onu inanılmaz mutlu ediyor. Yüzünde “başardım” gülüşü oluşuyor. Oturduğu zaman boyunu geçen dev bir kitabı kaldırmak onun için çok önemli bir şey.

Fiziki olarak kendinden büyük bir nesneye hâkim, bazen de sahip olmanın insanı mutlu etmesi ilginç. İnsanın içindeki kontrol güdüsünü tatmin ettiği için olabilir veya kendini güçlü hissettirdiği için. Bu daha da ilerleyerek ego tatminini artırıyor. Daha büyük araba, daha büyük evle başlıyor, sonunda da en büyük ve en güçlü benim duygusu oluşuyor. Bu duygunun kontrolsüzlüğü ise felaketlere yol açıyor.

Büyüklük, küçüklük, yakınlık, uzaklık kavramları aslında insanın boşluktaki yerini tayin etmesini sağlıyor. Etrafındaki nesnelerin veya varlıkların durumu kendi konumunu belirlemesine yardımcı oluyor. İnsan kendini dışarıdan göremediği için, ancak bu veriler sayesinde beyninde kendi varlığını şekillendirebiliyor.

İşte çocuklar için salıncağın önemli olmasının nedeni budur belki de. Çocuk daha kendini yeni tanıyor ve beyninde kendine bir boyut belirlemeye çalışıyor. Bunu başarabilmesi için de derinlik duygusunun gelişmesi gerekiyor. Bu bütün insanlar için geçerli, ama çocuklar ilk yaşlarda her şeyi kıyaslamayla öğreniyorlar. Elinde bir referans olmalı ki diğer bilgiyi onunla kıyaslayarak şekillendirip kütüphanesine kaydedebilsin. Referansları boyutlandırmak, kendini boyutlandırmak…

Buna paralel olarak gelişen bir de manevi izafiyet duygusu var. Bu da dünya üzerindeki kendi varlığı ile diğer varlıklar arasındaki bağlantıyı keşfedebilmekle oluşur. Kime göre büyük, küçük, güçlü, zayıf, akıllı olduğunu da kıyas yoluyla fark ediyor. Böylece kendisine bir konum belirliyor. Asıl önemli nokta ise buradan sonra devreye giriyor: Vicdan. Bu kavramları fiziki izafiyetten ayıran şeyin vicdan olduğunu öğrenmesi gerekiyor.

Elindeki büyüklük gibi avantajları yerinde ve adaletli kullanıp, dezavantajları ise kendisine zarar vermeyecek şekle dönüştürmeyi öğrenmek de insanın insan gibi olabilmesi için en az diğer bilgiler kadar önemli.

Çocuklar, bu duygularını hayvanlarla ilişkilerinde çok sağlıklı bir şekilde fark edip geliştirebiliyorlar aslında. Onlardan güçlü ve akıllı olduklarını fark ediyorlar, hareketlerini kontrol etmek için çaba sarf ediyorlar, bazen başarıyor bazen başaramıyorlar ve yönlendirilmeye ihtiyaç duyuyorlar. Bu nedenle çaba sarf etmeyen ve gücünü kullanarak hayvanlara eziyet eden çocuklarda karakter problemleri olduğu hemen ortaya çıkıyor.

Çocukların gelişiminde bunlara dikkat etmek ve yön vermek kolay, fakat asıl tehlike bunu atlayarak büyüyen yetişkinlerde. Bu insanlar çocuk yetiştirmesin diye temenni etmekten başka elden bir şey gelmiyor. Çünkü her yeni nesil bir öncekine göre olumlu konularda olduğu kadar olumsuz konularda da daha hızlı gelişiyor. Buna vahşet de dahil.

Eğer insan daha çocukken maddi ve manevi olarak dünya üzerindeki konumunu, üstünlük ve zayıflıklarını öğrenirse büyüdüğü zaman kimlik arayışı daha az sancılı geçiyor.
Küçükken bu konularda işe yarayan salıncak, büyüyünce de işe yarar mı onu bilemem, ama her yaşta çok keyifli.

3 Ocak 2012 Salı

İlk Adım Ayakkabısı

Dünya, yeni yılla birlikte günlüğünde yepyeni bir sayfa açtı ve senaryosunu yazmaya başladı. Satır satır yaşanacak. Büyük bir merakla ve iştahla tüketilecek.

İnsanların bir kısmı, yaramaz çocuklar gibi sayfaları teker teker karalayıp sonra buruşturarak bir kenara fırlatacaklar, diğer kısmı ise bu yeni sayfaları özenle okuyup, kenarlarına kendilerince notlar ekleyerek düzenli bir şekilde diğer sayfalarla birleştirecekler. Uzun yıllar sonra birilerinin elinde zevkle okunacak ciltli bir kitap, diğerlerinin elinde ise buruşturulmuş son kâğıtla tükenmiş boya kalacak.

Her insanda bazen hayatı sıfırlama ihtiyacı olur. Gözlerini kapatırsın, “En başa dönsem ve her şeye yeniden başlasam” dersin. Okulda bir dönem yatağımın başucunda bir yazı asılıydı. “Bugün bundan sonraki hayatımın ilk günü” diye başlıyordu. Hayatı sıfırlama ihtiyacını bir nebze tatmin eden bir cümleydi.

Geçmişi sevabıyla günahıyla arkada bırakmak, ileriye daha enerjik, umutla bakabilmek için yılbaşı önemli fırsatlardan biri. Herkesin aynı anda umuda yoğunlaşması büyük bir güç doğurur aslında. İnsanlar, toplumlar kendilerini sorgular ve bir yılın muhasebesini çıkarırlar. Oturur, inceler ve sonra rafa kaldırırlar, eski yılların muhasebe defterlerinin tam yanına. İnsan bireysel olarak ve dürüstçe bunu yapabilse keşke, ama çoğu insan aynadan korkar.

Üç sene evveline kadar her sene, günlüklerimin arkasına yeni yıl listesi yapardım. Bir sene içinde yapılacaklar listesi. Kiminde Japonca öğrenmek olurdu, kiminde 100 kitap okumak. Döneme, ruh halime ve hayat şartlarıma göre içeriği değişirdi listenin. Sonra da bir önceki yılın listesine bakar, yapabildiklerimi işaretlerdim. Bu beni çok eğlendirirdi aslında.

Bu sene Kayra için yepyeniydi çünkü ilkti ve birlikte onun listesini hazırladık. O söyledi, ben yazdım: Emeklenecek, yürünecek, diş çıkarılacak, bir iki kelime söylenip anne ve baba mutlu edilecek, bebeklerle, özellikle Ada’yla daha iyi geçinilecek, kilo alınacak ve boy uzayacak, oyun okuluna daha düzenli gidilecek, her şey ağza sokulmayacak, annemin aldığı komik kitapların resimlerine daha dikkatli bakılacak. Son olarak da “bu dünya insanlar için daha güzel bir hâle getirilecek.”

Yeni yılın ilk gününde Kayra’ya ilk adım ayakkabısı aldık. Aylardır her gün bıkmadan, usanmadan evire çevire incelediği, kimi zaman ağzına alıp tadına baktığı ayaklarının ne işe yaradığını keşfetmek üzere şu aralar. Hazır olduğu zaman da hayata ilk adımını atacak. “Hayata ilk adım” ne kadar heyecan verici!

Bir gün markette görevli kızlardan biri Kayra’ya baktı, “Keşke onun yerinde olsaydım” dedi. “Onun işi seninkinden zor, bence pek heveslenme, büyümek çok zor, çok” dedim.

Kayra hayatının sıfırında ve ilk beş yılda bütün hayatı boyunca öğreneceğinden daha fazla bilgi öğrenmek zorunda. Bu pencereden bakınca, her sabah hayatı ilk güne çevirmek biraz acımasızca geliyor. Oysa hayat bir önceki günle tamam oluyor. Dünya, günlüğünü biriktirerek tamamlıyor.

Yeni yıl. Bu seferki Kayra’nın ve ilk yeni yılını yaşayacak bebeklerin olsun. Çünkü onlar başuçlarında duran minicik ilk ayakkabıları ile bir an önce hayata yürümek için sabırsızlanıyorlar. Ben inanıyorum ki onların hayata yürümesiyle dünya şu andakinden çok daha güzel bir hâle dönüşecek. Sadece ellerinden tutmamız yeterli. Onlar ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar.

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger