Sayfalar

23 Şubat 2012 Perşembe

Arşivdeki İnsanlık

Kaç kişi maddi ve manevi karşılık beklemeden bir şeyler yapabilecek kadar güçlüdür. Acaba bunu yapmak güçle mi alakalıdır? Bir bakıma da güçle alakalıdır. Kendisi, yaşamayı göze alacak kadar güçlü olmayan, başkası için hiçbir şey yapamaz.

Her nefes alan yaşamaz.

 Asıl köken insanlıktan geçer. Yaratılışta bu program mevcuttur insanda. “Hiçbir karşılık beklemeden iyilik yap” programı. Zaman içerisinde bir çok gereksiz sebepten ötürü arşive kaldırılır.  Bu nedenle herkesin içinden derinlerde bir yerlerde “keşke bende yardım etsem” düşüncesi geçer ama uygulamaya geçemeden söner. Bu düşünce baskı yapmaya başlarsa da gerekli bahaneler bulunur. Bu bahaneler muhafız olarak düşünceleri götürür tekrar arşive kaldırır.

Kayra artık büyüyor. Bu nedenle de son günlerde, gelişimi ve aktiviteleri için araştırmalarım yoğunlaştı. Bu konularda en güzel bilgileri anne bloglarından alabiliyorum. Son bir yıla kadar Türkiye de bu kadar çok anne bloğu olduğunu gerçekten bilmiyordum. İnceledikçe kadınlara hayran olmamak ve saygı duymamak içten değil.

Sayfaları dolaştıkça birbirinden farklı sosyal sorumluluk projeleriyle karşılaşıyorum.
İnsanlar hiç tanımadıkları, görmedikleri ve beklide hayatları boyunca görmeyecekleri insanlar için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Çok büyük şeyler de başarıyorlar.

 Nedense yardım çoğu zaman parayla eşdeğer algılanır. Hatta bir fakire üç beş kuruş vermek vicdanın tozunu alır. Çoğu kişiye göre “yardım” zenginden fakire doğru akan bir kelime olmuş. Yardım almak küçülten, vermek büyüten olmuş. Bu anlayış da insanı eriten ateş olmuş.

Halbuki büyükler bilir ki bu tam tersidir. Yardım ve iyilik birilerini yukarı çıkarmaz, diğerlerini aşağı indirir.
İyiliği alan, verene yardım eder. İnsan olduğunu hatırlatır, ağırlığını alır, ona iyi biri olma sıfatını verir. Hatta bazen yardım isteyen biri, insanlık sınavının sorusudur. Kişi bu soruya doğru cevap verirse insanlıktan geçer.

Maddi manevi karşılık beklemeden iyilik yapmak aslında çok da kolay bir şey değildir. İnsanda kibir denen bir virüs vardır. Bu virüs tam da bu sıralarda ortaya çıkar. El, vermek için uzanınca kibir işe koyulur.
 “Sana teşekkür etmeli, sen büyüksün,güçlüsün,zenginsin,iyi birisin, sana minnettar olmalı, herkes duymalı iyilik yaptığını, insanlar seni övmeli, aferin demeli….” diye başlar dırdıra.  Kimileri bu sesleri duymaz, kimi bir kısmını duyar, kimi ise kendini kaptırır gider ve sonunda ağzından şöyle bir cümle düşüverir yere “ Bu kadar iyilik yaptım bir teşekkür mü ettin sanki, Sen ne anlarsın iyilikten ” . Bu cümlenin kırıkları vereninde alanında canını yakar.

Kimi yerde ilik ihtiyacı olan genç ve güzel bir annenin kampanyası, kimi yerde van için örgü kampanyası, başka yerde çocuklar için kitap, oyuncak, kıyafet kampanyaları. Bunların dışında anneler araştırıp buldukları bilgileri, aktiviteleri, oyunlarını, beğendiği kitapları paylaşıyorlar. Ben bir çok şeyi bu annelerden öğreniyorum. Bilgiyi karşılıksız paylaşmak kadar büyük bir iyilik ve yardım olabilir mi şu dünyada. Her şeyin temeli bilgiden ve eğitimden geçiyor.

Her insanın yaşarken hayatını yerleştirdiği bir duvar kağıdı var. Bu kağıt ne kadar beyaz, temiz ve parlak olursa üzerindeki yaşamın renkleri de bir o kadar canlı ve güzel görünür.  Yok eğer zemin koyu renkliyse, hatta siyahsa işte o zaman yaşanan güzel de olsa görüntüsü koyu olur. Sayfa yaşamın renklerini yutar.

Bakmak, görmek ve algılamak birbirinden ayrı ama aynı zamanda birbirine bağlı kavramlar. Yaşananlara nerden baktığın, ne gördüğün ve ne sandığın çok önemli. Yardım ederken kullanıldığını veya kandırıldığını düşünen kişi kandırılır. Karşılıksız iyilik yapana enayi gözüyle bakan kişi hiçbir zaman onun mertebesine ulaşamaz.

Karşılık beklemeden, kendi kendine kibirlenmeden, karşıdakini zayıf görmeden iyilik yapabilmek insanlık ister. Ne mutlu ki dünyada da çok İNSAN var. Onların gücü diğerlerini de temizler.

17 Şubat 2012 Cuma

Sadece Kadınlara

Bugün gözlerimi kapattım ve hayal defterimden bir sayfa açtım. Karşıma  meslek hayallerinden bir çıktı. Meslek: Sadece kadınlar için kariyer danışmanlığı. Özellikle de kafası çalışan, enerjik, yetenekli, azimli, sabırlı ve çalışkan kadınlar için. “Bütün bu özelliklere sahip bir kadının danışmana neden ihtiyacı olsun ki, zaten iyi bir kariyer yapabilir” diye düşünülebilir ama işin iç yüzü öyle değil. Özgüven, teknoloji uyumu, sosyolojik baskı gibi eksik olan parçalar var.

Beni en çok etkileyen ve aynı zamanda da üzen şeylerden birisi, potansiyeli yüksek kadınların çalışamamasıdır. Ekonomik özgürlüklerini kazanamamalarıyla birlikte, içlerindeki enerjinin ve yaratıcılığın zamanla sönmesi de büyük kayıp.

   İnanılmaz el becerilerine sahip ve yaratıcı olan o kadar çok kadın var ki. Dikiş dikeni, resim yapanı, seramikle uğraşanı, yemek pişireni, takı tasarlayanı, çocuğu için oyuncak üreteni, pasta yapanı, kafası ticarete yatkın olanı, doğuştan pazarlama yeteneğine sahip olanı, daha neler neler. Biraz imkân  verildiğinde  ve yol gösterildiğinde ortaya nelerin çıkabileceğinin de bir çok örneği var.

Bu kadınların başarılı olamamalarının birkaç tane nedeni var. Bunlardan en önemlisi özgüven problemi. Kaderini kabullenmişlik, bulunduğu konuma teslimiyet, “bu saatten sonra olmaz” anlayışı, “elalem ne der” endişesi. Yani kabuğunu kıramama, başarısız olduğunda ayakta duramama korkusu. Yetiştirilme zamanları ve şekilleri düşünüldüğünde bu korku ve endişelerde haksız da değiller tabi.

Diğer bir etken ise erkekler. Eşler, çocuklar, kardeşler, babalar. Ben seni korurum, ben sana bakarım, ben eşimi çalıştırmam anlayışı. Kiminde ise benden daha başarılı olursa veya daha çok para kazanırsa korkusu.  Bu anlayış ve korkunun erkeklerin eğitim ve kültür seviyesi ile çoğu zaman pek de ilgisi yok. Daha çok toplumsal hipnotizeyle ilgili gereksiz bir alışkanlık.

Üçüncü etken ise zamana ve teknolojiye uyumla ilgili.  Erkek beyninde, mekaniği ve teknolojiyi algılama bölümü kadına göre daha hızlı çalışır. Bu nedenle erkekler bu tür konuları bir miktar daha hızlı anlarlar.  Tabi bu  kadının anlamadığı ya da yavaş anladığı anlamına gelmez. Artık zamanla insanın genetiği değişiyor ve bizden sonra gelen nesilde kadınlar teknoloji algılama da aynı hıza erişiyorlar. Bunu anlamak için küçük kız ve erkek çocukların oyunlarına dikkat etmek yeterli. Önceden bilgisayarlar telefonlar veya elektronik oyuncaklar kız çocuklarının dikkatini çekmezken, şu anda en az erkek çocuklar kadar hızlı kavrıyorlar.

  Bu dönemde artık sosyal yaşam, tüketim, iletişim, hemen hemen herşey teknolojiye bağlı. İnsanlar evden çıkmadan her işlerini hallediyor hatta gayet iyi miktarlarda paralar da  kazanabiliyorlar.

İşte bu noktada kadınlar ayrılıyor. Kimileri biraz destekle bu dünyanın içerisine çok rahat girip bu dili öğrenebiliyorlar. Kimileri ise yakınından bile geçmiyor.  

Aslında internet,  düşündüğüm kadınlar için çok güzel bir fırsat. Aldığım üç aylık dış ticaret eğitimi sonunda online pazar araştırması hakkında biraz fikir sahibi olmuştum. Çok ilginç, basit ve yüksek miktarlarda, ürün alım talepleri ile karşılaşmıştım. Örneğin takılar, anahtarlıklar, çantalar, şallar. Yine bu eğitim sırasında inanması zor kariyer hikâyeleri duymuştum.

İşte onları duydukça da fırsat yakalayamayan yetenekli kadınların neler yapabileceğini hayal ederdim.

 İşte bir tarafta bu fırsatlar hakkında bilgisi olan ve planlama, pazarlama yeteneğine sahip iş kadınları var, diğer tarafta da sistemden anlamayan ama yetenekli ve çalışkan kadınlar var.
Bu iki grubun birleşmesinden kim bilir ne büyük iş hikâyeleri, kariyer öyküleri, sosyal sorumluluk projeleri doğar.

Ben sadece kendim için hayal kurmam. Başkaları için kurduğum hayallerden birisi de “Özel kadınlar için kariyer danışmanlığı” adında bir meslekti. Bu kadınlara yeteneklerine göre sistemli bir yol çizmek sanıldığı kadar da zor değil. Doğru konularda eğitim almış birkaç kişinin birleşmesi ve izlenecek doğru strateji ile bu kadınların oturduğu yerden çalışarak para kazanmaları aslında çok kolay.

Kadınların kariyer hikâyeleri beni hep çok etkilemiştir. İnanıyorum ki biraz azim, biraz kararlılıkla her insanın verimli olabileceği, üretebileceği, özgürlüğünü ve saygınlığını kazanabileceği  bir alan vardır. Çok küçük ve basit görünen şeyler dünyada en çok kullanılan ve gelir getiren işlerdir.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Canım Oğlum

Canım oğlum

 Bir yıl önce bugün(15 Şubat) ilk defa sesini duydum. O anda kalbimde bir ürperti oldu ama nedenini anlayamadım. Meğerse bize bebek suretinde bir melek göndermişler. Bizi büyütsün, yetiştirsin, hayatı öğretsin diye.

Şu bir yılı düşündüğümde görüyorum ki öyle de oldu. Ne çok şey öğrendik hayat hakkında. Hatta bugüne kadar bildiğimiz çoğu şeyi silip yeniden öğrendiğimiz bile oldu.
Sendeki bu öğretme çabası, bizdeki bu öğrenci şaşkınlığıyla başlarda epey zorlandık ama neyse ki yavaş yavaş toparladık. Anladık ki her zaman biliyorum diyen öğretmezmiş, asıl hayatı bilmeyenden öğrenmek lazımmış.

 Anne kelimesinin içi çok genişmiş bebeğim. Yarısını annem doldururken, diğer yarısını sen doldurdun. Ama ben bu kelimenin içinde kayboldum.

Doğduğun gün yüzüne bakıp “Acaba dünyada bundan daha güzel bir bebek var mı?” dedim, güldüler bana. Meğerse her anne dermiş bunu.

Geçen sene bu güne kadar kar yağmadı Baküde ve ben hep “kar oğlumla birlikte gelecek” dedim. Senin doğduğun gün ilk kar geldi. Her yer temizlendi.

Baban seni doğduktan birkaç saat sonra görebildi ancak ve sen ilk defa gözlerini ona açtın, gülümsedin ve tekrar uykuya daldın. O anda anladım ki sizin de aranızda benim anlayamayacağım özel bir bağ var.

Sonraki günlerde de evde babanı aradığımızda  onu senin yatağının başında bulurduk. Sen uyurken yatağın ucuna oturur, yüzünü avuçlarının arasına alır ve saatlerce seni seyrederdi. En çok onun omzunda uyumayı severdin. Sen uyanma diye saatlerce kımıldamadan otururdu. Seni sessizce severdi.

Bir yıl boyunca her sabah farklı bir güne uyandık. O kadar hızlı büyüdün ki bazı sabahlar seni elimize aldığımızda şaşkınlıkla birbirimize bakardık, bir gece de bu kadar fark edebilir mi diye. Her gün hayatımızda farklı bir ilkti. Başlarda yazamaya çalıştım ama baktım ki ilklerin sonu yok, baş edemedim ve pes ettim. Büyümeni izlemek hala olağanüstü bir deneyim bizim için.

Bugün senin ilk doğum günündü. Sabah her günden farklı uyandın. Kesinlikle bugünün farkındaydın. İnanılmaz neşeli ve mutluydun. Gülücükler, alkışlar hatta  kahkahalar içinde başladık güne. Seni yere koyduğumda ilk defa yardım almadan, kendi kendine emeklemeye başladın. Şaşkınlık içerisinde kapının kenarında dondum kaldım. Daha önce babanla birlikte (sadece onunla yapıyordun nedense) bir iki adım atıyordun ama kendi kendine ve bu kadar uzun mesafe emekleyemiyordun. Bu gece de senin birden büyüdüğün gecelerden biri olmuştu sanki.
Kalabalıkta hiç konuşmazdın, bugün her yerde kendi kendine sesler çıkarıp kahkahalar atıp el çırpıyordun. Çok mutlu bir gün geçirdin bebeğim ve biz şaşkınlık içerisinde seni izledik.

Senden aldığım en büyük derslerden birisi de gelecekle ilgili planlar yapmak yerine olduğun anı fark etmek ve tadına varmaktı. Artık hayatla ilgili planlarımız sadece bir adım sonrasına. Bu nedenle de  gelecekte seninle ilgili hayallerimiz ya da planlarımız yok. Zamanı geldiğinde senin kendin için en iyisini yapacağına eminiz.

Sen dünyaya gelişinden itibaren insan olarak bütün özelliklere sahipsin. Biz sadece bu yeteneklerini ortaya çıkarmanda ve dünyaya adapte ederek yaşamanda sana eşlik edebiliriz o kadar.

Kendini, hayatı, dünyayı, insanları ve yaşamı yavaş yavaş keşfedeceksin. Yeri gelecek kötü deneyimlerin olacak çok üzüleceksin, kırılacaksın hatta bazen her şeyin sonunun geldiğini bile düşüneceksin ama yine de hayat devam edecek. Anlayacaksın ki bunlar da senin hayatta daha güçlü durmanı sağlayacak olaylarmış. Kalbinin sesi ve vicdanın sana her zaman yol gösterecek. Kafanı arkaya çevirdiğin her an biz orada olacağız bebeğim.

 Bize  anne ve baba olmayı öğrettiğin için teşekkür ederiz. İyi ki doğdun Kayra ve iyi ki bizim bebeğimiz oldun. Sen bizim hayattaki en büyük şansımızsın canım oğlum.  
Seni çok seviyoruz bebeğim.

10 Şubat 2012 Cuma

Beyindeki Çöplük Kokuyor

Her insanın yılda bir iki kez ruhsal temizlik yapması gerekiyor. Ne yazık ki herkes bu lükse sahip olamıyor.  Şartları, alışkanlıkları, öncelikleri, yaşam tarzı veya önyargıları buna izin vermiyor. Çoğu kişi bu sistemin mantığını anlayamıyor.

Aslında mantık oldukça basit. İnsanlar arabalarına, evlerine, bilgisayarlarına, çantalarına, ayakkabılarına ve buna benzer günlük kullandıkları, duygusal bağ kurdukları nesnelerin bakımına çok özen gösterirler.. Araçlarının bakımı, bilgisayarlarının virüs temizliği, donanım bakımı ihmal edilirse bu araçlar çok enerji harcayarak az iş yapmaya başlarlar. İşte mantık bu. İnsan da belirli sürelerde ruhsal temizlik yapmazsa çok çalışır ama az verim alır.

Hayatın zorlukları, gün içerisinde sürekli maruz kalınan bilinçaltı bombardımanı, stres, üzücü haberler ve toplumsal gerginlik en sağlıklı ve mutlu insanın bile dengesini bozuyor . Bu devirde ve yaşam şartlarında bir insanın bunlardan en az etkilenmesi için ancak kendini baştan programlaması gerekir. Düşünce tarzını, yaşam şeklini, bakış açısını, farkındalıklarını ve gerekirse inanç sistemini yeniden düzenlemesi gerekir. Yalnız bunu sadece  güçlü ve risk alabilen insanlar yapabilir.

Benim bahsettiğim ruhsal temizlik ise her insanın yapması gereken bir işlem. Bu devirde bilgi girişi fazla, duygu değişimi hızlı olduğu için insan bir süre sonra kontrolü kaybediyor. Yaşadığı küçük büyük kötü olayları  unutuyor ve bunun geçip gittiğini sanıyor. Oysa ki yaşanan her bir negatif olay, düşünce, stres insanda bir miktar artık bırakıyor. Bu çöpler bir merkezde biriktiriliyor. Ara sıra toparlanmaz veya temizlenmezlerse bir süre sonra insan fizyolojik olarak etkilenmeye ve hastalanmaya başlıyor. Bu süreç kiminde yıllar alıyor kiminde ise daha kısa zamanda kendini gösteriyor.

Bu temizliğin herkese göre farklı teknikleri olabilir. Bu tekniği insan kendini tanıyarak geliştirir. Ama belirli temel şartları vardır. Bunun için kendisine en az 3, en fazla 15 gün olmak üzere sınırlı ve tamamen özgür  bir zaman ayırması gerekir. Bu zaman aralığı da değişkendir ama ortalama olarak bir insan daha az sürede kendi ruh haline konsantre olamaz ve çok uzun sürede ise hem sıkılır hem de sosyolojik dengesi sarsılır. Bu süre içerisinde tercihen yalnız kalmalı ya da sevdiği  insanlarla birlikte olmalı ama önemli olan  kendisini savunma ve koruma ihtiyacı hissedeceği bir ortamda olmaması. Bunun dışında da negatif unsur içeren hiçbir şeyle uğraşmamalı ve olumsuz, mutsuz insanlardan uzak durmalı. Uzun süre konsantre olabileceği bir şeylerle meşgul olabilir. İnanan insanlar için bu arınma döneminde ibadetin çok etkili olduğu söylenir.

Beyin bir süre, içerisinde bulunduğu yoğunluktan ve baskıdan kurtulduğu zaman bilinç altına ittiği  düşünceleri birer birer ortaya çıkarır. Genelde de bu yüzden bu dönemde çok rüya görülür.

 Bütün bunların yanında da yavaş yavaş  hayatına dışardan bakıp gözden geçirebilir. Kendi muhasebesine göz atabilir, gerekiyorsa kararlar alabilir ve uygulamak için kendini motive edebilir. Genel yaşam felsefesini düşünebilir. Yaşadığı hayatın bu felsefeyle ne kadar bağdaştığını irdeleyebilir. Hatta bu dönemde felsefesi beğendiği  birinin hayatını da okuyabilir, bu da oldukça   motive edici bir yöntemdir.

Son ana kurallardan biri de beslenme. Bu dönemde kesinlikle beslenmeye dikkat edilmeli. Sağlıklı ve hafif beslenilmeli. İnsanın fiziki bakımı ve temizliği ruh haliyle direk bağlantılıdır.

İnsan ruhsal temizlik süresi bitip hayata döndüğünde, daha keyifli, verimli, kendini sağlıklı hisseden, hoşgörülü, enerjik oluyor. Tabi bu etkinin sürekliliği de karaktere bağlı.

Aslında çoğu kişi bilinçsiz bir şekilde bunu yapabiliyor. Adına da güzel bir tatil diyor. İnsan kendine değer vermeyi bilmeli, çünkü kendi kendine lazım.  

6 Şubat 2012 Pazartesi

Elliyi Geçmek Lazım

Ben anladım ki, çocuk eğitimi konusundaki diplomasız uzmanlara  anne diyorlar. Bu kadar araştırmayı okulda yapsaydım kesin derece yapardım. Ama annelikte derece de yok diploma da yok. Görevimiz.

 Çocuk gelişimi fiziksel, ruhsal, sosyal, dil, zeka ve motor gelişimi diye dallara ayrılıyor. Her bir bölümün kendi içerisinde zaman çizelgeleri ve gelişim için aktiviteleri var. Tabi ki zamanı gelince hepsini çocuk yapıyor fakat çocuğun aldığı desteğe göre de bu gelişimin kalitesi artıyor.
 Artık yok öyle “sal sokağa nasılsa büyür” çocukları.  Ya da  “ Bu kadarı da çok fazla, bıktırırsın çocuğu” mantığı oldukça anlamsız ama en cahilce ve yaygın olan düşünce tarzı “Biz böyle mi büyüdük”. Bu cümleye karşı gülümsemekten başka elimden bir şey gelmiyor.

Çocuk gelişimini birazcık araştıran bir iki kitap kurcalayan her insan,  artık bu dönemde  her bilinçli anne babanın gelişim aktiviteleriyle çocuğa destek olduğunu bilir. Yanlış düşünüldüğü gibi bu çaba sadece çocuğun zeka gelişimi için değil, genel ve bütün gelişimi için. Amaç mutlu, huzurlu ve özgüveni yüksek insan yetiştirmek, zeka küpü değil.

  Şu aralar çocuk kitapları ve kitapçılarını araştırıyorum. Ben de çoğu insan gibi bu işin içine girene kadar duymadım tabi bu sektörü ama  çok önemli ve geniş bir sektörmüş. Kitap seçimi konusunda çok dikkatli olmak lazım. Her çocuk kitabı  sanıldığı kadar masum değil.

 Genelde çocuk bir yaşından itibaren ilk kelimesini söyleyebiliyor ve hatta  6 kelimeye kadar söyleyen çocuklar da var. Örneğin 6 kelime söyleyebilen bir çocuk 20 den fazla kelimeyi, söyleyemese de anlayabiliyor.
 Sonraki bir yıl içerisinde yani iki yaşına girene kadar  50-70 arasında kelime kapasitesi oluşuyor ve anladığı kelime sayısı da buna paralel olarak 200 e kadar çıkıyor.
  En az 50 kelimeye sahip olduğu zaman ikili cümleye geçebiliyor. Bu kırılma noktası oluyor ve ondan sonra da çok hızlı ilerliyor.

 Bir diğer açıdan düşünürsek zaten Türk insanı 78.000 kelime kapasiteli dilini, günlük 400 kelime ile konuşuyor. Bu demek oluyor ki bir çocuk iki yaşında günlük ihtiyacı olan kelime sayısının yarısına sahip. Bu onu başarısı mı yoksa az kelimeyle konuşan büyüklerin ayıbımı onu bilemiyorum.

Çocuk dili taklitle öğrenir. Duyduğu sesleri taklit etmeye çalışır arkasından da kelimeleri. Bu nedenle de çocuğun işitsel hafızasına ne kadar çok kelime yükleyebilirseniz, konuşmaya başladıktan sonra kullandığı kelime kapasitesi de bir o kadar fazla olacaktır. Bu yüklemeyi de televizyon yerine kitaplarla yapmak daha güvenli bir seçim. Bunun dışında  birlikte keyifli zaman geçirmek gibi de bir avantajı var.

Bebekler kitaptan, masaldan anlamıyorlar tabi ki, sadece sizin sesinizi dinlemeyi sevdikleri için, sesinizdeki tonlama onlara ilginç geldiği için bazen de kitabın resimleri dikkatini çektiği için dinliyor. Amaç zaten bebeğin masaldan ya da kitaptan ders çıkarması değil onun hafızasına kelime yükleyebilmek.

Eski insanların kelime kapasiteleri gerçekten çok genişmiş. Yaşlıların ezberlerinde bir sürü masal, ninni, şiir, tekerleme varmış. Bu şekilde bilgilerini kültürlerini  çocuklara da aktarırlarmış. Ne yazık ki  artık biz  ne bu kadar kelimeye sahibiz ne de hafızamızda hazır masallar var. Onların doğal olarak hazırladıkları ortamı biz suni olarak oluşturmaya çalışıyoruz. Bu nedenle de masal için kitaplara sarılıyoruz.

Dil gelişiminde bir sürü faktör birbirine bağlı ve gün geçtikçe de farklı dil problemleri ortaya çıkıyor. Çocukların kibar kibar televizyon diliyle konuşmaları her ne kadar anne babaların hoşuna gitse de, bu çok doğru bir şey değil. Çocuk kendi yaşına uygun kelimelerle konuşmuyor ve bu çok önemli bir konu. Konuşma düşünceyle paralel gider. Yaşına uygun konuşmayan çocuğun düşünce yapısı da yaşına uygun olmayabilir. Yaşından büyük düşünen ve konuşan çocuğun sosyolojik gelişiminde problemler oluşur.

Bunun dışında ise çocuklar, yabancı kökenli çizgi filmler sayesinde kendi milliyetine ait olmayan bir dil kültürü alıyor. Zaten dillerin genel kirlenmesinde ve toplumların dillerine yabancılaşmasının temeli bu tür yayınlardan geliyor. Bu sistem aynı şekilde masal kitapları için de geçerli. Her şeyi Türkçeye çevrilse de çoğu zaman masaldaki karakter isimlerinin değiştirilmesine izin verilmiyor. En basit örneği bizim dilimiz yazıldığı gibi okunan bir dil olmasına rağmen yabancı kahramanların isimlerini gördükleri zaman farklı telaffuz ediyorlar. Bütün çocuklar calilou yazısını kayu diye okuyor.

Dil başlı başına bir kültürdür. Bir çocuğun konuşmaya başlaması ise birey olmaya attığı ilk adımdır. Artık duygularını, düşüncelerini, tercihlerini ve isteklerini dilediği gibi ifade edebilecektir. Bununla birlikte de kendini fark edecektir. Dil gelişimi bir çocuğun karakter gelişiminde başroldedir. 

3 Şubat 2012 Cuma

Sınırsız Hayal Defteri

 Eski eşyalarımı karıştırırken küçük defterlerimden birini buldum. Sayfaların arasından, bundan tam on yıl önce, üniversite de katıldığım kişisel gelişim kurslarından birinin notları çıktı. Orada sekiz tane güzel soru sormuşlar ben de tane tane cevaplamışım.

 Sorulardan bir tanesini görünce gülümsedim. “ Böyle giderse 10 yıl sonra nasıl bir hayat yaşıyor olacaksınız?”  “ On yıl sonra sevdiğim bir işi yapacağım, kendi işyerimi kuracağım, beğendiğim bir şehirde yaşayacağım ve tabiî ki sevdiğim insanlarla birlikte olacağım” demişim ama eksik yazmışım, anne olacağım demeyi unutmuşum. Bu listedekilerden sevdiğim işi yapmak dışında hepsini gerçekleştirdim. Eksik konu hakkında da hala çalışıyorum.

Sorulardan bir diğeri ise “Bütün rüyalarınızı gerçekleştirmiş olsaydınız neler hissederdiniz?” di. Cevap olarak  “ Eminim ki hangi yaşta ve konumda olursam olayım her zaman yeni rüya bulup isteyebilirdim. Yaşadığım müddetçe rüyalarım bitmezdi ” yazmışım.

Bunu okuyunca da aklıma kız kardeşimin bir tavsiyesi geldi. Bir sohbet sırasında “Kendine rüya defteri yapabilirsin” demişti. Bir süre sonra şu Hakanın deli olduğu küçük defterlerimden birini çıkardım ve kendime “ Sınırsız Hayal Defteri” yaptım. Teker teker hayallerimi yazmaya başladım. Hakanın “Defterleri hep yarım bırakıyorsun, yazık oluyor ” cümlesini duymamak  için bu defteri doldurmalıyım. Bunun için de çok fazla hayal kurmalıyım.
  
Tabi hayal kurmanın da şartları var. Öyle “İstiyorum” demekle olmuyor. Ya da “Olsa iyi olurdu ama eminim ki olmaz” cümlesi kesinlikle kullanılmamalı. Hayaline konsantre olacaksın. En ince detayına kadar düşüneceksin. Rengini, şeklini, miktarını veya diğer özelliklerini en ince noktasına kadar planlayacaksın. Ne zamana gerçekleşmesini istediğini düşüneceksin. Hadi hayalin ertesi gün gerçek oldu, bakalım hazır mısın buna. Gerçekleştikten sonra hayatında nelerin değişeceğine varana kadar düşüneceksin. “Aslında ben daha fazlasını istiyorum ama o kadar zaten olmaz, ben azına da razıyım” diye düşünmeyeceksin. Buna benzer önemli hayal kuralları vardır.  

 Hayal, olumlama, rüya, aşağı yukarı hepsi aynı kapıya çıkıyor, temeli istemek. Ortak özellikleri ise o anda elinde olmayanı veya yapmaya gücünün yetmeyeceği şeyleri dilemek.

 Duanın diğerlerine göre üstünlüğü, bunları inanılan tanrıdan istemek. Tabi Tanrı kavramı da insanın dinine ve inanç sistemine göre  değişebiliyor ama sonuçta  hayal bir hedefe yönlendiriliyor. Diğer istemek kavramları ise biraz daha ucu açık bırakılmış ve serbest dolaşan dilekler gurubuna giriyor.

 Ben hayal kurmayan ve bunun saçma olduğuna inanan insanlar da gördüm. Hayatın getirdiği gibi yaşayan ve bununla tatmin olan insanlar. Yaşadığı hayatı kabulleniyorlar ve başka türlü bir hayat için şartlarını zorlama gereği duymuyorlar. Bu insanlar oldukça sakin oluyorlar. Çok fazla gelecekle ve umutla uğraşmadıkları için “ Eldeki buysa onu iyi değerlendirmek lazım” mantığıyla yaşıyorlar.

 Hayal kurmak diyince insanın aklına ilk başta maddiyata dayalı hayaller gelir. Para ve buna bağlı mal mülk veya iş. İkinci planda ise eş, çocuk gibi insan faktörleri. Sonra da kategori olarak birey doğrultusunda özelleşirler.

Düşünüyorum on kişiye on tane sınırsız hayal hakkı verilse ve bunları ayrıntıları ile listeleseler, acaba kaç tanesi kendinden önce, tanımadığı ve ihtiyacı olan insanlar için hayal kurabilir. Dua sırasında bu çok yapılır. Kendi listen bittikten sonra "olmayanlara da" diye bir genelleme ile ekleme yaparsın ya hayallerde. Kim gece yattığı zaman bütün ayrıntıları ile büyük bir kimsesiz çocuklar yuvası hayal eder. Lüks binası, pahalı kolejler seviyesinde okulları, beş yıldızlı otel kalitesinde yatakhaneleri ile. Bu on kişinin içinde birkaç tanesinin buna benzer hayaller kuracağına inanıyorum ben.

Olmazsa olmaz hayal şartlarından bir diğeri ise  sınır koymamak ama, diğer taraftan da hayalde de çok müsrif olmamak lazım. Beş yüz odalı bir ev hayal etsen, ne yapacaksın o kadar odayı. Bunun yerine dünyanın dört bir tarafında birer tane hayal etsen, onlara gitmek için bir de uçak eklemek lazım derken, uzar gider bu iş. Bu kadar büyük hayallerin ayrıntıları içinde zaman lazım, Uzun uzun düşünmek, planlamak lazım. Bu sefer de insan hayal kurmaktan sıkılır.

Bu iş  öyle düşünüldüğü kadar basit bir iş değil. Beynin enerjisinin daha sırrı çözülemedi. Bu nedenle de dikkatli olmak, düzgün düşünmek ve düzgün hayal kurmak lazım. Maazallah bugün kurduğumuz hayaller ya ilerde hayatımızı çekilmez hale getiriverirse. 





























Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger