Sayfalar

3 Eylül 2011 Cumartesi

Dörtyol Kavşağında Neler Oluyor?

Parklarımızdan biri
   Bazen sessizce geri çekilir ve dünyaya dışardan bakarsınız. O andaki duygularınızı ifade etmek için, aklınıza gelen fotoğraflar film karelerindendir. Okunulan kitaplar ve izlenilen filmler; farkında olmadan ne kadar çok şey işlenmiş beyin kıvrımlarına. Artık oğluşkiyle park turlarımız belirli bir düzene girdi sayılır. Bakü nün en sevdiğim yanlarından  birisi de parkları. Çok büyük, havuzlu ve bol ağaçlı parkları. Bir iki tanesi de evimize yakın.
Atıyoruz Kayrayı arabasına, dolduruyoruz  cigulisinin bagajını Suyu, yoğurdu, pisisi, benim kitabım, bilgisayarım… ( ciguli; Azerbaycan da, minik serçe arabalara verilen isim.  Bir toplumun, bir araba modeline sevdası üzerine, bir sosyoloji tezi yazılabilir.Çok derin mevzu.)  
  

Yolculuğumuzun birinci etabı, metroya kadar olan bölüm. Bu bölüm de bir sürü insanın  ‘Ayy  bebeğe bak, ne tatlııı, balacaya(küçük) bak, gördünmüü ay caann.. ' gibi tacizlerine uğrayarak ilerliyoruz. Özellikle bu genç kızlarda ki  bebek sevdası çok garip.Yanında erkek arkadaşı varken, şirin görünmek için bebek sevmeleri  çok güldürüyor beni. Galiba yanındakine dişiliğini göstermenin başka bir yolu. Hele bir de market maceralarımız var. Markette babası Kayrayı, daha pratik olduğu için  ana kucağında taşır.  Arkamı dönüyorum yoklar!  Her seferinde, geri dönüp onları bir veya birkaç reyon görevlisi kızın, şirin pençelerinden kurtarıyorum. Gerçi ikisi hallerinden pek şikayetçi görünmüyorlar ama.
  Her neyse park gezimizin ikinci etabı metro bölgesi. Burası çok kalabalık olduğu için, ilerlememiz daha zor oluyor. Metrodan çıkan , havasızlıktan boğulmuş gibi hemen bir sigara yaktığı için, o bölüm dumanlı oluyor. Engelli atlama gibi; o adam içiyor kaç, bu taraftan koku geliyor, hızlan, öndeki içiyor, geç. Derken bu bölümü de atlatıyoruz.
  Birinci parka ulaştık sonunda. Bu park daha küçük ve genelde daha kalabalık oluyor. Son bir hamleyle yolun karşısına geçiyoruz ve hedefimize ulaştık. Her tarafı yollarla çevrili, büyük ada parkımızdayız artık. Orta da uzun bir havuz var. Etrafında da banklar ve üç koridordan oluşuyor park. Bizim bankımız, ana koridorda, solda çekirdekçi teyzenin yanında. Bank değişebilir ama ‘çekirdekçi teyzenin yanı’ değişmez.
  İlk buraya oturduğumuz da; ben Kayraya yoğurt yediriyordum, geldi lagaluga bir şeyler dedi hızlı hızlı. Dışardan gören kavgaya geldi zanneder. Bende bi tırstım zaten. Anladı sanırım benim aptal bakışlarımdan anlamadığımı, tekrar etti. Meğer tuvalete gidecekmiş, çekirdeklere bak diyormuş. Bakabilecek misin diye bağırınca, tamam tamam dedim  bakarım. Bir kaşık yoğurt, bir çevir kafayı bak, çekirdekler yerinde duruyor mu. Adamlar falan geçerken ,şöyle tiplerine bir bakıyordum, bunda çekirdekleri çalacak tip var mı acaba diye. Teyze küçük bir kutuyu ters çevirmiş. Üzerine de üç beş çekirdek koymuş oturuyor başında ama tezgah tezgahtır. Sorumluluğumuzu aldık oğlumla  koruduk teyzenin tezgahı. O günden beri de onun yanına otururuz, ama konuşmayız. Sadece ufak bir kafa işaretiyle selamlaşırız. Teyze ciddi, laubaliliği sevmiyor.
 Park çok hareketli. Belirli tipler var. Başta sevgililer. Onlar hemen fark ediliyor, yeni mi eski mi. Ellerini sıkı sıkı tutuyorlarsa, kızın başı utangaç, 45 derece yan olarak öndeyse ve hafif kıkırdıyorsa yeniler demektir. Elele ama aralarından kamyon geçiyorsa, hiç konuşmuyorlar ve birbirlerine bakmıyorlarsa , bir süre olmuş demektir.
    Bir de yaşlı amcalar var. Onlarda ikiye ayrılıyor; volta atanlar ve kız kesenler. Kitap okuyanına pek rastlamadım. Onlarda bi sinirlilik hali mevcut her zaman. Bakışlar hep derin ve sert. Genelde de yalnız oluyorlar. Geçen kitap okuyorum, birisi yaklaştı. Amca 85 civarı, dişlerin hepsi altın. Elinde çanta. Konuştu konuştu bir çoğunu anlamadım. Bak dedi şu koca parkta senden başka kitap okuyan var mı? Bi düşündüm, iyi bir şey mi diyor yoksa kötü bir şey mi? ‘Ben diyorum hep,yazılarımda da yazıyorum, kitap okumak lazım, çok okumak lazım  ama kimse okumuyor’ dedi.  Güldüm, ne söyleyim; o anda ağzıma ilk gelen aptalca cümleyi kurdum. ‘Onlarda okur inşallah bir gün.’
Yaşlıların bebekleri sevmesi çok ayrı bir kare. Sanki bebeklerin geleceklerini okuyorlar. Aralarında öyle anlamlı bakışmalar oluyor ki, kendimi dışarı atılmış, yüzüne de kapı çarpılmış gibi hissediyorum. Uğraşıyorum ama hala aradaki şifreyi çözemedim.  Bakışarak çok şey konuşuyorlar, buna kesinlikle eminim. Biri yolun sonunda, biri başında. Belki hayata dair sırlarını paylaşıyorlar. En merak ettiğim şeylerden birisi, bu bakışmadaki anlam. Hele bazen yaşlı bir amca kayraya elini uzatıyor, sadece parmaklarının ucu değiyor ve ayrılıyorlar. İşte orada bir şimşek çakıyor. Bunu görmek ve yakalamak çok zor.
Parkımızın diğer müdavimleri tabiî ki çocuklu anneler. Tek tük de, babalar diyebiliriz. Babalar çoğunlukla, yürüyebilen, konuşup derdini anlatabilen ve bir şeyler alınca ağlamayı kesen çocukları gezdirmeyi tercih ediyorlar. Annelere bakıyorum, çocuk, arabası, çantası, bazen balonu, topu, döküntüsüyle birlikte geziyorlar. Bebek arabalarının kolunda, altında, her yerinde bir parça asılı veya sıkıştırılmış. Her karesi özenle kullanılmış. Çocuk arabaya binmek istememiş,  kucağında onu taşıyan hem de arabayı iten anneler. Bazen de bebek arabada huzur içinde uyuyor, annesi suratı beş karış, onu gezdiriyor. Kim bilir ne kadar yorgun, ya da bir sürü işi var, nasıl yapsam diye düşünüyor. Kendinden geçmiş bir şekilde de arabayı itiyor.
 Bir seferinde Kayra uyuyor, ben de bilgisayarda yazı yazıyorum. Bir bayan geldi Rusça oturabilir miyim dedi. Başımla izin verdim, önüme döndüm. Hiç konuşmadı. İlginç dedim. Sonra Kayra uyandı. ‘Ben konuşunca aa dedi ben sizi rus sanmıştım Ruslara benziyorsunuz( Rusu okşuyorsunuz) (Benzemek- Azerice: okşamak )’ laf açacak ya. Benim benzemediğim millet yok zaten bu vasıtayla. Sonra başladı hayat hikayesini anlatmaya. Bilgisayardan girdi, anasından, babasından, kocasından, oğlundan çıktı. Parkta tek başına oturan kadına kötü bakıyorlarmış. O da şöyle gözüne yalnız bir bayan kestirip yanına oturuyormuş. O günün talihlisi de biz olduk. Bu arada oğlumu da babasına benzetti. Tanıdığından değil düz mantıktan. Bana benzemiyorsa, ona benziyordur. Akıllıca dimi.
 Bir tarafta havuzdaki fıskiye( Azerice:fantan)lerin sesi, diğer taraftan güvercinler. Ağaçların yeşili, patenle  kayan gençler, insanların uğultusu. Uzaklardan gelen müzik sesleri. Bu hareketin içinde, banklarda sessizce oturup, etrafı izleyen düşünceli insanlar.
Park aslında şehrin, hareketin tam ortasında. Etrafından vızır vızır arabalar geçiyor, hayat akıyor. Ama kendi içerisinde farklı bir dünya. O dünyada olanların asla bir yerlere yetişmek için acelesi yok. Muhtemelen orada oturmaktan daha önemli işleri de yok. Dışarıda çok hareketli ve yoğun hayatı olanlar için parklar sadece şehir bölge planlamanın bir planı. Güzel dursun diye oraya koyulmuş. Aslında tam o gürültünün içerisinde, kimsenin dışardan fark edemediği, çok renkli bir dünya var.
  Bir sonraki hedefimiz, yere serebileceğimiz battaniyeyle gitmek. Öpüşen gençlerden sıra gelip de, bir ağaç altı bulabilirsek oğluşkiyle yerlere serilicez. Bu renkli dünyaya bir de aşağıdan bakalım, neler görünecek…    

2 yorum:

zeynep dedi ki...

gozlem yetenegi ayri bir sey iste.. kendimi Baku'deki evin karsindaki parkta buldum birden. Kayracik hareketlenmeye baslasin ne kitap ne de bilgisayara musade var. cok buyuk luks cocukla parkta kitap okumak:)

HAKAYDE dedi ki...

Artık şimdi bile, arabada sıkılmaya başladı yavaş yavaş. Ama kuşları ve insanları izlemeyi seviyor. Sizde az park gezmediniz Bakü de:)

Yorum Gönder

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger