Sayfalar

20 Eylül 2011 Salı

Şaşı Bakıyorum Ama Göremiyorum...

Londra da bir sanat galerisi
         Birkaç gündür yazamadım. Beynimi ve  ruhumu başka alemlere gönderdim, kelime toplasınlar diye. İkisi de ayrı ayrı bir sürü kelime doldurmuş gelmiş, torbalarına. Şimdi de oturup, onları güzelce  yan yana dizmem gerekiyor ki, anlamlarını bulsunlar.
Geldim eve gecenin karanlık sofrasında saçtım hepsini ortaya, neresinden başlasam dizmeye bilemedim. Kelimeler bana bakıyor, ben kelimelere.
Başlıklar çoğaldı, anlamlar çoğaldı, ben çoğaldım. Çoğaldıkça da azaldım.


  
     Ne etsem, nasıl etsem de kendimi yazıya çevirebilsem. İçimde kopan çığlıkları sessizce kağıda dökebilsem.
Anlaşılmak güdüsünden çok, aldığım nefesin kefaretini ödemek bekli de tek derdim.
    
    Beynim mi elimden hızlı, elim mi kontrolden çıktı, fark edemiyorum artık. Kontrolsüzlüğün vermiş olduğu boşluk hissi, işte bu dolulukta ki çınlayan ses.
Düşünürsek eğer, ‘kontrol’ insana ait olan bir kavram olmamasına rağmen, yine de insanın en sevdiği kelime.
   
     Hamile olmak mı, anne olmak mı, doğum yapmak mı, yoksa Kayra mı, hangisi bilinmez ama bir şey beni dibe savurdu. Şimdi iki seçeneğim var; ya sessiz çığlıklarla boğulup gideceğim,  ya da olanca gücümle ayağımı yere vurup, aynı hızda, eskisinden daha yukarı çıkacağım. Vakit hareket vaktidir.
   
     İnsan denen varlığın, program yazılımında olan bir özellik vardır. Başına gelmeden, kendine yakıştıramamak. Bunun en büyük örneği de; ‘ölüm’dür herhalde. Belki de bu özelliğin yan etkisidir insanda ‘Güç Bende’ dedirten. Her şey bir kenara bırakın, araba kullanmayı bilen insan bile, başkasının kullandığı arabada tedirgin oturur. Kimi korkar, kiminin ayağı da hayali gaz - firende iner kalkar. Bindiğin arabanın kontrolünü bile teslim edemeyen insan için hayatının kontrolünün kendinde olmadığını düşünmek imkansızdır. Ne zaman ki başına bir olay gelir, işte o zaman sudan çıkmış balık gibi kalakalır ortada. Canı yananın ilk hamlesi; elini uzatmaktır. En yakınında ki kendinden sağlam bir şeye ya da birine. O an kendinden güçlüsünün varlığını kabul ettiğin andır işte. Başka türlü varlığını koruyamazsın çünkü.

   Bugün sabahla akşam arasında birkaç gün varmış gibi hissediyorum. Hele dün geceyi, geçen yıl gibi hatırlıyorum. Zaman denen çözümlenememiş kavramın, izafi olduğunu kabul etmek, neden bu kadar zor anlamıyorum. Kayradan sonra hayat çok mu hızlandı, yoksa ben mi zayıfladım? Eskiden de hızlı, hareketli, bereketli bir hayatım vardı ama ara sıra mabedime girer, sessizlikte hayatımı hazmederdim biraz. Şu anda Kayra benim mabedim için çok küçük, ben de onun ki için çok büyüğüm. Birbirimizden de ayrılamadığımıza göre, ortak bir alan inşa etmemiz gerekiyor. Malzeme alımına başladık yakında inşaata geçeriz, temelleri de babamız atacak. ( İnşaatçı ya  kendisi)
     
     Birkaç gündür, çok sevdiğim ve uzun zamandır göremediğim, gönül büyüklerimle sohbetler ettim. Kayra ise ortamda uçuşan olumlu enerjiyle banyo yaptı. Mutlu, kıkırdayarak ortada yuvarlandı. Konu o olduğu zaman, arada geçen adını duyunca,  kulak kabartıyor, sonra işine dönüyordu. Herkesten önemli işleri var şu aralar. Kendi ayaklarının üzerinde durmadan önce, sürünmesi gerektiğin öğreniyor. Bunu hayatı boyunca değişik şekillerde tekrar tekrar yaşayacak.
  Şu konumda bile ona yardım edemiyorum. Emeklemek nasıl öğretilir bilmiyorum. Sanıyorum ki onu ben doğurdum, her şeye müdahale edebilirim ama öyle değilmiş. Yeri geliyor canı yanıyor, elini tutup geçeceğini söylemekten başka yapabileceğim bir şey yok.
Bugün sohbetlerin birinde ‘sekiz ayda, sekiz yaş büyüdüm’  dedim güldük.  Anne olduğunu bu sıradan süreçlerin hiçbirinde anlamıyorsun aslında. Anne ve baba olduğunu onun canı yanarken, bir şey yapamadan izlerken öğreniyorsun. Düşünüyorsun basit sandığın  kabızlıkta bu kadar ağlıyor ve dayanamıyorsun, ya ilerde daha fazlasında ne yapacaksın. Büyüyeceğiz işte. Kendi annemiz babamız nasıl büyüdüyse, biz de büyüyeceğiz.

  Eskiden dergilerin arkasında üç boyutlu resimler vardı. Resmin ortasına şaşı bakınca alttaki resmi görürdün. Ben  çok uğraştım ama hiç göremedim. Hep hayal ettim arkasında ne resim var ve nasıl görünür diye.  Bu merak gerçek hayata aksetti. Bu sefer, gerçek hayatta her gördüğüme, şaşı bakmaya başladım, arkasında ne var diye. Bu tuhaf çabamı gören insanlar da, bana garip garip bakmaya başladı, ne arıyor bu kadın diye.
 Eskisi kadar kalmasa da, bazen hala  dünyaya şaşı baktığım oluyor. Dünya gözümde önce bulanıklaşıyor, gözlerim sulanıyor, sonra tekrar netleşmeye başlıyor ve arkadaki anlam çıkıyor ortaya.
  Yaşamda acemi iken, bunu başarı sayıyor, çok heyecanlanıyor ve hemen anlatmaya çabalıyorsun etrafına. Olgunlaştıkça bu başarı sıradanlaşıyor, sakinleşiyorsun  ve anlatma çabasının gereksiz olduğunu görüyorsun. Ben daha o olgunluğa erişemedim. Eskisi kadar acemi olmasam da, sakinleşecek kadar olgun değilim. Şu aralarda şaşı olmaktan gözlerim sulanmış durumda.
   
  Etrafımda buna gerek duymadan, asıl resimleri görebilen, kelimelere ihtiyaç hissetmeden de bunu ifade edebilen büyüklerim var. Ben, bunun için kendimi şanslı hissediyorum. Kim bilir belki bir gün, ben de o olgunluğa erişebilirim.  
     





 




   

2 yorum:

Feride dedi ki...

konu çok güzel, hem duygusal, hem mantıksal. Bir ara şüphelendim resime şaşı bakmaya başladım. Acaba koyduğun resimin de altında bir şey mi var diye. Yazıya öyle bakınca altında bir resim görünüyor çünkü..

HAKAYDE dedi ki...

Fotoğraftaki beyaz parçalar, bidon malzemesinden yapılmış kare küpler. Tıpkı dünya gibi karmaşık, gösterişli ve boş. İnsanlar ise aynı, bu boş gösterişli dünyada arayış içinde kendilerini kaybetmişler...

Yorum Gönder

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger