Sayfalar

13 Eylül 2011 Salı

Kim Bildiğini, Susarak Anlatabilir?

Cambridgede ki sınıfım (moritanyalılar)
      Bizim de okulumuz açıldı ne var yani. Herkesin okulu açılmış, hava atıyorlar, bizim de açıldı okulumuz. Hatta bugün play&learn vardı. Oynayalım – öğrenelim, oynadık – öğrendik. Çok eğlenceliydi. Gerçi benim için 7,5 kg la bir oraya bir buraya koşmak oldukça yorucu oldu ama olsun.
  
     Ortada bir sürü farklı milletten çocuk dolanıyor. Afrikalı, Azeri, Rus, Türk, İngiliz… Ülke Azerbaycan, dil karışık. Dört dil ; Azerice, Türkçe, Rusça, İngilizce. Herkes birbirini anlıyor. Ortamda tek ortak dile sahip varlıklar bebekler. Dil Bebekçe.
    
Bu kadar farklılık çoğu kişiye korkutucu gelebiliyor. Aslında inanılmaz faydalı ve nadir elde edilebilecek bir ortam. Belki de ben farklılıkları sevdiğim için, bana öyle geliyor.
  
     Yurtdışında yaşamak insana çok şey katıyor. Çok fazla farklılıkla yüz yüze geliyorsunuz. İnsanların fiziksel özellikleri, giyim tarzları, yemek zevkleri, iletişim şekilleri, örf,adet gelenek görenekleri….  Bu konumda insanlar ikiye ayrılıyor. Bu farklılıkları merak eden, içine giren, araştıran, kısmen yaşayan, deneyen, zevk alan insanlar ve evden çıkmayıp, kendi yemeği dışında yemek yemeyen, kendi milleti dışında hiçbir insanla görüşmeyen ve dışarıda neler olup bitiyor haberi olmadan yaşamayı tercih eden insanlar. Bu insanlar yaşamak için ülkelerine gitme zamanını bekleyen ve hayalinde devamlı orada yaşayan kişiler. İngiltere de on beş yıl kalıp İngilizce bilmeyen, başka ülkede iki sokak ötesini hiç görmemiş insanlar, az değiller.    
  
    Bir korku var, farklı olana. Bilinmeyene karşı bir nefret var. Görünmeyene bir inkar. Tadına bakmadığı yemekten , dinlemediği müzikten, gitmediği ülkeden, tanımadığı milletten, bilmediği her şeyden nefret eden insanlar.. Hayatın satır aralarına birisi not almış; ‘bir şey ya sevilir, ya sevilmez, bu bir kuraldır’ diye. Satırları okumayı çok beceriyoruz ya. Aman araları atlamayalım. Fikrimizin olmadığı konu kalmasın. Sakın ‘Bu konuda fikrim yok ‘ demeyelim , rezil oluruz. Cahil miyiz biz canım, bilmediğimiz ne olabilir ki. Her şeyi biliriz, bilmediğimizi de sevmeyiz, zaten sevmediğimiz için bilmiyoruz dur.

    Kalabalıkta ortaya bir konu atılır. Herkes hemen kısa bir geçmiş taramasından sonra bir ucundan kendini konuya (veya konuyu kendine) bağlayıverir. Görmüştüm, duymuştum, okumuştum, karşılaşmıştım. Deme ne olur. O konuda tamamen bir bilgiye sahip değilsen konuşma, ne olur. Olmaz. Yapabilir miyiz? Ben yapamam, dilim şişer, çatlarım. Daha karşıdakinin cümlesi bitmeden tarama başlamıştır kafada, hatta bu nedenle de cümlenin sonu duyulmamıştır bile. Önce herkes konu hakkındaki bilgilerini  döker sofraya. Sonra başlar sevme- sevmeme tartışmaları. Bir tarafta olmak zorundasın. Ya seveceksin ya da sevmeyeceksin kardeşim. Tarafsız olmak gibi bir şansın yok. Hele konuyla ilgili bilgin yoksa yazık sana. Seven sevdirmeye, sevmeyen nefret ettirmeye çabalar, seni.

  Peki tersi olsa ne olur. Kalabalıkta ortaya bir konu atılır. Herkes karşıdakinin cümlesi bittikten sonra derin bir düşünmeye dalar. Bir süre ortamda hiç ses çıkmaz. Konuda  net ve geniş bilgisi olmayan konuşmayı aklından bile geçirmez, bilgisi olduğunu düşünenler ise belki karşımdaki daha çok biliyordur diye başka birinin önce konuşmasını bekler. Biri konuşursa, kendi bilgisini kontrol edecek, yeterli değilse hiç ağzını açmayacaktır. Bu sıra bekleyişi, çok uzun sürer ve sonunda ortamda herkesin en bilgili kabul ettiği kişi, kısa, öz ve derin bir cümle atar ortaya. Herkes cebindekini tartsın, biçsin diye. Ortaya atılan cümlenin derinliğine vakıf olan ve kendini ortalama da gören kişiler yavaş yavaş çekinerek başlarlar konuşmaya. Kimse kimsenin lafını kesmez, kimse cevap veremeyeceği bir soru gelecek konuda ağzını açmaz. Herkes kendi bilgisini iletmekten çok, yeni ne öğrenebilirimin derdindedir. Belki farklı bir şey yakalarım diye karşısındakini konsantre olmuş şekilde dinler.
   Farklılıklar havada uçuşan baloncukların renkleri gibi çekici gelir herkese. Kimse ortamdan ayrılmak istemez, kimse sohbet bitsin istemez.. Sonunda da herkes kendini daha boş hissederek ayrılır. Ortamdan ayrılınca kimse birbirinin üzerindeki kıyafetin rengini, arabasının markasını, parfümünün kokusunu hatırlamaz.

  Var mı böyle sohbetler. Elbette vardır. Ama işte o ortamda bulunmak için, o kadar mütevazi, önyargısız, bilgili, sade, derin olmak herkesin harcı değildir. Mütevazılık mertebesi sanıldığı kadar aşağıda değildir işte. ‘Ben bunu bilmiyorum’ demek, bilgelik, ‘ben bunu sevmiyorum’ demek, cesaret ister. Bunlar da herkeste yok işte.

   Çocukluğumda bir gün sordular en sevmediğin insan kim diye? Durdum şöyle bi düşündüm. O zamana kadar birini sevmemeyi hiç düşünmemiştim. Ama kendimi bir cevap bulmak zorunda hissettim. Düşündüm düşündüm asık suratlı biri geldi aklıma, bu dedim. Sonra da kendi kendime, hayatımda ‘ilk sevmediğim insan’ sanırım bu dedim. O kişinin suratını unuttum, kaç yaşında olduğumu unuttum ama onun adını hiç unutmadım.

    Yaradılış, zıtlıklar üzerinde. Her insanda , her huyun zıttı var. Evrendeki her varlıkta kendi zıttı var. Kimin, hangi parçayı, görüp göremediği önemli.  Eğer sen   göremediğini inkar yoluna gider de ,  onu yok sayarsan, elindekini de kaybedersin. İnkar ettiğin kısım, gördüğünü içine aldığı gibi, yok olur ve yok eder.
 
  Bunu idrak edebilirsen farklılıklardan hoşlanmaya başlarsın. Her insanı olduğu gibi kabul edebilmeye başlarsın. Bilirsin ki iyi insan da, kötü insan da yoktur.  Bazı konularda yargıya varmanın, çok komik olduğunu anlarsın. Önyargılarından kurtulur, bir gün bir şeyden hoşlanıp, ertesi gün zıttın dan hoşlanabilirsin. Bunun seni korkutmaması gerektiğini anlarsın.

      Karakter sahibi olmak illa keskin çizgilere sahip olmak anlamına gelmiyor. Ben Kayra’nın sadece hiçbir şey bilmediğini bilecek kadar zeki olmasını istiyorum o kadar. Bilgisi ne kadar az olursa o kadar çok şey öğrenir ve bunu yaparken de çok eğlenceli bir hayat yaşayabilir.

     
 
  

  

2 yorum:

Nil dedi ki...

Agzina saglik Deyyan'cim! Her yazdigin yazi ayri bir guzel. Hani aklindan gecirir, hisseder ama kelimelere dokemezsin ya. Iste senin her yazinda bunlar kelimelere donusuyor bizim icin ....

Adsız dedi ki...

1)Bilge insan susarak anlatır.
2)Etrafta anlayacak kapasite göremeyen insan susarak anlatır
3)Anlatmaktan yorulmuş insan susarak anlatır.
4)Anlaşmak için konuşma ihtiyacını aşmış insan susarak anlatır.
5)Sözünü ziyan etmek istemeyen insan susarak anlatır.
6) Anlaşılmayı umursamayan insan susarak anlatır.
Keşke kimse konuşmasa:)

Yorum Gönder

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger