Sayfalar

26 Ekim 2011 Çarşamba

Keçilere Rakip İnekler...

      Otel kavramı; yazarlar, senaristler için çok doğurgan bir konudur. Her tür hikayeye elverişli ortamlardır. Korku filmleri, romantik hikayeler… 


Bir zamanlar en büyük hayallerimden birisi de yol kenarında bir pansiyon açmaktı. Yanında küçücük bir restoranı da olacak. Ben yaşlanmış olacağım, omzumda şal, gelenle gidenle sohbetler edeceğim, ara sıra mutfağa gidip yemek yapacağım, bahçeden domates toplayacağım, kışın da şöminenin başında kitabımı alıcam aşkıma kitap okuyacağım. ( o da muhtemelen uyuklayacak).Belli mi olur, o zamana belki benim de kitaplarım çıkar, bir taraftan da yazı yazarım, geleni gideni romanlarıma kahraman yaparım.


   Şöyle düşününce tam bana göre  bu pansiyon işi. İnsanı severim, misafir ağırlamayı severim, sohbeti severim, yemek yapmayı severim, anı biriktirmeyi severim. Yalnız benim de Şükrü amca gibi  ‘Aile olmayan giremez… ‘gibi kurallar koymam lazım.

   Dağın tepesinde babasından kalma bir arazisi varmış. Tam on yıl izin almak için uğraşmış. Otelin bütün projesini kendisi çizmiş. Ne mimar, ne mühendis kullanmış. En küçük parçasına kadar kendisi ve ailesi uğraşmış. Sonunda da geçen sene oteli açmayı başarmış ama daha projeleri tamamlanmamış. Aşağı bölümlerde hala inşaat devam ediyor.

  Kendisi küçükken Arabistan’a gitmiş uzun seneler de orada yaşamış. Hala bir ayağı orada ve otele de  Arabistan dan turlar gelip gidiyormuş. Bazen de kayakçılar geliyor, helikopterle kaymaya gidiyorlar, akşama tekrar helikopterlerle geri dönüyorlarmış.

       Büyük bir merak  içerisinde dağın tepesine çıktığımızda işte bu otelle karşılaştık. Bu arada da biraz daha yukarı da bir otel olduğunu da öğrendik. Burası çok güzeldi ama hadi yukarısı daha güzelse… Bizdeki merak bitmez ya. Bir de ona bakalım, sonra karar verelim dedik. Tırmanmaya devam ettik ama buraya kadar ormanın içerisinden geldiğimiz için tepeye çıkana kadar yüksekliği fark etmedik, buradan sonrası kelleşti. Yukarı da Yente yaylası varmış. Arabanın lastikleri uçurumun kenarına sıfır geçerken ben bir taraftan korkuyorum diğer taraftan da fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Bir süre bu şekilde çıktık ama görünürde bir şey yok, sadece daracık yollardan tepeye çıkıyoruz. Aşağısı göz alabildiğine yeşil. Sonunda tepede tellerle çevrili küçük bir mezarlığın yanında durduk. Tabeladaki numaradan bir arayalım dedik. Adamlar sezon kapandı, kapalıyız dediler. Oradan tekrar geri döndük ama Şükrü amcanın dediğine göre sadece bir 5 mt ilerleseymişiz bütün yaylayı tepeden görebilecekmişiz. Öyle bir yerde durmuşuz ki. Sadece beş mt. Ben arabadan indim yürüdüm ama ne yazık ki ters tarafa yürümüşüm. Bu da ikinci Bayburt vakası olarak hatıralarımızda yerini buldu.

     İşte bu yayladakiler kışın hiç aşağı inmezlermiş. Yazdan her şeylerini depolarlarmış. Kışın yol sadece bizim otele kadar açık olurmuş. Karınca gibiler işte ne güzel.
Sonra tekrar otele döndük, giriş yaptık. Meğerse otelde ki tek müşteri bizmişiz. Burada da sezon kapanmış ama bizi kabul ettiler. Hatta kendileri için kaloriferi yakmıyorlarmış, odalarında elektrik sobası kullanıyorlarmış, bizim için koskoca binanın merkezi ısıtmasını açtılar. Odamıza hemen bebek yatağı yerleştirdiler. Akşam yemekte ise ne istersek ikram ettiler. Fırınları varmış, ekmeklerini kendileri yapıyorlarmış. Zaten her gün aşağı inip çıkmak zor, bunlarda depolama sistemi yaşıyorlar. Hatta otelde ezan okunuyor, ekmek yapan fırıncı amca okuyormuş. Ezanı duyunca çok şaşırmıştık.

Aslında bölgeyi biraz incelerseniz şaşırmaya gerek yok çünkü her üç beş bina yapıldığında yanına hemen bir cami yapmışlar. Dağda evleri göremeseniz de minareleri görmeniz mümkün. Bu Tiflisde de geçerliydi. O bölgede de burada ki cami sayısı kadar kilise vardı hem de aynı şekilde dağların tepesinde. Dağ başlarında, yol kenarlarında, dev haç işaretleri vardı.
   Belki de tesadüf değil. Belki de bu insanlar, hala kendi kendilerine yaşadıkları için, çok fazla kirli topluma karışmadıkları için, inançlarını daha rahat yaşayabiliyor. Dağın başında yetişecek bir yer yok, yapacak çok iş de yok, inançlarına göre  rahat rahat ibadet ediyorlar işte.( Gökyüzüne de çok yakınlar zaten…)

  Akşam yemekten sonra çayımızı içerken Şükrü amcayla sohbet ettik. Her zamanki gibi Kayra bu sohbetleri uykusunun arasında dinledi.
Sabah ilk otelden, yakın sandığımız göllere bakmak için çıkmıştık, akşama kendimizi burada bulduk.
 
   Gündüz sadece yeşilin, gece ise sadece siyahın göründüğü, iki renkli pencere, odamızın penceresiydi. Yükseklerde, zifiri karanlık, ürkütücü sessizlik, büyük bir yalnızlık. İnsan, o pencereden, dönüp hayatına batığında çok şey görebiliyor. O sessizlik; hayatta ki rutinlikten uyuşan insanı, ayıltıyor..  Karanlık, insanın gözlerini kamaştırıyor. Hem kalmak, hem kaçmak duygusu aynı anda yaşanan, hem sevmek, hem korkmak…

    Dağın başında, koskoca bir otelde yalnızsınız…Eşiniz size hayatı boyunca otellerle ilgili izlediği tüm korku filmlerini bayıla bayıla anlatıyor. Sabah gün doğarken uyanmışım, bütün gün bir bebekle, o dağ senin, bu dağ benim gezmişim. Muhtemelen ertesi sabah, yine gün doğarken kalkacağım. Kusura bakma dedim, korkmaya halim yok, ben uyuyum en iyisi, gelen giden olursa da söyle, bana dokunmasınlar, çok yorgunum.

Sabah kakar kalmaz camın önüne koştum. Sonuna kadar açtım hepsini. Şöyle sonuna kadar içime çektim buz gibi temiz havayı ve gözlerimi kapatıp, havanın, boğazımdan ciğerlerime inişini dinledim. Manzarayı hafızama iyice kaydettim. Makinemi aldım bir sürü fotoğraf çektim ama gözlerimin gördüğü   kaliteye yaklaşamadı, fotoğraf makinem.

   Güzel bir kahvaltının arkasından yürüyüşe çıktık. Bir otel görevlisi, fotoğraf çekmemiz için bizi yakınlardaki bir yamaca çıkardı. Benim zor geçtiğim daracık patikalardan inekler geçmiş. Manken gibi çapraz adımlarla yürüyorlar zaten, oraların inekleri. Catwalk inekler, keçilere rakipler.

   Çıktığımız tepeden manzara gerçekten muhteşemdi. Zaten anladığımız kadarıyla ,bütün her yerde ki uzun göl fotoğraflarını da buradan çekmişler.  Bu manzarayı seyretmek için bütün o çabaya değerdi. En rahatımız tabi ki babasının boynunda ki Kayraydı.

  Aşağı inerken, bir daha ki sefere geldiğimizde biraz da Uzun Göl’e zaman ayıralım diye düşündük…


0 yorum:

Yorum Gönder

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger