Sayfalar

29 Aralık 2011 Perşembe

Alışkanlığa Mola Vermek

Evimdeyim, hatta kaderimi yazdığım masanın başında. Lisede, üniversiteye hazırlanırken oturdum ilk bu masaya. Geleceğe dair hayallerimi bu masada kurdum. Üniversiteye başlayınca evime taşıdım. Yıllarca başında sabahladım. Şimdi yine eski günlerdeki gibi, masam camın önünde, manzaram heybetli Hasan Dağı ve ben yine yazıyorum. Yalnız bir fark var eskiyle aramızda. Bu sefer arkamda yatan oğluşkinin nefesi eşliğinde yazıyorum. Hayallerim, nefesim ve kaderim artık üç kişilik.

Limonu bilmeyene ekşi nasıl anlatılır ki? Daha önce kıyaslayacak bir şeyi olmayana yeni bir şey nasıl ifade edilebilir. Peki, eğer her şey kıyaslanacak kadar birbiriyle bağlantılı ise farklılık bunun neresinde? Beyin bir önceki bilgiye çengel atmadan yeni bilgiyi kaydetmez.
Bu demek oluyor ki insan çoğu zaman bir şeyleri bilmeden, kıyaslamadan, kaydetmeden sadece alışkanlıklarla yaşıyor. Hatta bazen alışkanlıkları beynine göstermeden arka kapıdan içeri alıyor. Bilir ki beyni bunu duysa kabul etmeyecek, ya referans soracak ya da kapıya koyacak. Her zaman akılla yaşanan hayat zordur. Her zaman alışkanlıkla yaşanan hayat da boştur. Denge kurmak lazım.

Hafızayla uğraşanların sık karşılaştıkları önerilerden bir tanesi “Eve hep aynı yoldan gitmeyin” olur. Çünkü alışkanlıklar beyni devreden çıkarır.  Alışkanlık aslında hayatın zeminindeki desenlerden biridir. Sadece eve gidip gelmekle ilgili değil, yaşamdaki en küçük parçaya bile bulaşmışlığı vardır.

Hep düşünmüşümdür, ölenin arkasından neden ağlanır. Tüh tüh günahı da çoktu, cehenneme gidecek diye ağlayanı görmedim pek, ama çok iyi insandı, mekânı cennet olsun diye ağlayanı gördüm. Ölen kişi açısından düşünüldüğünde, iyiliğine ağlanması biraz anlamsız. Belki de insan kendi için, hayattaki alışkanlığı onayı olmadan elinden alındığı için ağlıyor. O kişiyi bir daha göremeyeceği ve onun yokluğu hayatında bir boşluk yaratacağı için ağlıyor. Bir süre sonra tabii ki buna da alışıyor.

İnsanlar zamanla birbirilerinin hayatında bağımlılık yaratıyor. Bu en çok evliliklerde göze çarpıyor. Eşler zaman içinde alışkanlıklarını paylaşmayı öğreniyor, bir süre sonra benimsiyor ve en sonunda da birbirlerine alışıyorlar. O zaman akıl ve duygular birçok şeyi sorgulamadan kabul ediyor. Yıllar geçiyor, bir de bakıyorlar ki ikiz gibi olmuşlar. Olamayanlar zaten ya ayrılıyorlar ya da mutsuz olarak devam ediyorlar yola.

Ara sıra alışkanlığa mola vermek, özlemi doğuruyor. Özlemin mayası sevgi olsa da hammaddesi alışkanlıktır aslında. Kıvamında ve miktarında tatlı bir duygudur. Hammaddesi alışkanlık olduğu için buna karşı bağışıklığı sağlamdır, etkilenmez. “Özlem”e alışılmaz.

Bir insanın bünyesi, alışkanlığı 40 günde kabul edecek şekilde tasarlanmıştır. Şartlar normal olduğu sürece istediğiniz her şeye 40 günde alışabilirsiniz veya tersine çevirebilirsiniz.

Bırakmak diye bir şey söz konusu olamaz, ancak başka bir şeyle yer değiştirebilirsiniz. İşte asıl püf nokta buradadır ve işin ehli olanlar bunu çok iyi kullanır. İnsanın en büyük korkusu sahip olduğunu kaybetmektir. Sevse de sevmese de sahip olduğunu zor bırakır. Çünkü yerinde oluşacak boşluktan korkar. Hayat hiçbir zaman boşlukları sevmez, siz istemeseniz de o her zaman yerini doldurur. İşte sevilmeyen bir şeyden de ancak başka bir kavramla yer değiştirilerek uzaklaşılabilir.

Devamlı aynı markanın aynı ürünlerini yiyen, giyen, sürekli aynı restorana gidip aynı yemekleri ısmarlayan, evine işine hep aynı yoldan giden, ısrarla yeni insanlarla tanışmak istemeyen insan çok fazla. Bu insanlar hayatlarından da büyük bir keyif alıyorlar ve bunun kendi yaşam tarzları olduğunu savunuyorlar. Değişiklik onları tedirgin ediyor ve bundan hoşlanmıyorlar. Daha güvenli ve kontrollü yaşamayı tercih ediyorlar. Bir açıdan bakılınca da dünyanın sabit düzenini bu insanlar oluşturuyor. Yoksa dünya çok karışırdı sanırım.
Ben her ikisini de seviyorum. Market raflarında yeni ürünler aramayı da,  belirli bir süre aynı ürüne kafayı takmayı da. Yenileri eskilerle harmanlayıp sofraya koymayı daha çok seviyorum. Eski dostlarımı da seviyorum, yeni birileriyle tanışmayı da. Sevdiğim restoranda aynı yemekleri yemeyi de, yeni yerler keşfetmeyi de.

Yıllarca, başka bir masada çalışamadığım için her yere taşıdığım masamda yazmayı özlemişim. Çok uzun süre sevdiğim bir çok şeyi elimden geldiğince yanımda taşıdım. Ama Bakü’nün uzaklığı bu alışkanlığımı, “Elimdeki imkânlarla idare etme” alışkanlığı ile yer değiştirdi.

2 yorum:

hülya dedi ki...

Ülfet bu olsa gerek alışkanlıklar ve o alışkanlıkların sıradanlaşması...Ve rutinleşmesi...
Bence Deyyancım ölen insanın arkasından niçin ağlanır . Ben hep onu düşünmüşümdür .Ölene değil de kendin için ağlanır . O insana alışkanlık oluştuğu için .Kalanın o yokluğa nasıl alışacağı için .
Ellerine sağlık çok güzel ifade etmişşin .Sevgilerimle...

HAKAYDE dedi ki...

İnsanoğlunun alışamayacağı hiç bir şey yok dimi hülya ablacım. En büyük acı diye düşünülen şeylere bile gün geliyor alışıyor. Yoksa hayat nasıl devam ederdi ki?

Yorum Gönder

Siteden yapılan alıntılar tek koşul altında izin kapsamındadır: Alıntı yapılmadan önce izin alınmalı,alıntı yapıldıktan sonra, sitenin adresi görünür ve okunur tarzda yazılmalıdır. İzinsiz ve kaynak belirtilmeden yapılan alıntılar, özellikle de yazıların başka isimler altında yazılmış gibi gösterilmesi,5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
 
Powered by Blogger