Geleceği merak ettiğim kadar geçmişi hayal etmeyi de seviyorum. Tarihi rom anları okurken olduğum yere ayraç koyup, anlatılan sahneyi, insanları, mekânları kendi imzam ile yeniden dizayn ediyorum. Sonra sessizce kendi kapımdan rom anın içine giriyorum.
Karşıma öyle mekanlar çıkıyor ki bedeniyle, karakteriyle ruhuyla yaşıyorlar. Öyle insanlar çıkıyor ki, dönüp kendime bakıyorum ben neyim diye.
Buyur ediyorlar beni meclislerine. Utana sıkıla ilişiyorum bir kenara, nefes almaya korkarak. Onlar konuşuyor ben dinliyorum, onlar yazıyor ben okuyorum, onlar yaşıyor ben izliyorum.
Teker teker inceliyorum tepeden tırnağa. Oturmalarını, kalkmalarını, yemek yemelerini, yürüyüşlerini, selamlaşmalarını, muhabbetlerini, her titreyişlerini kaydediyorum aklımın bir köşesine. Onları görünce anlıyorum, aklımda boş köşeden çok ne var.
Maddenin her hareketinde bir anlam var. Sesin her kelimeyi kapışında bir ahenk. Kelimeler anlamlarıyla, sesler kelimelerle dans ediyor. Birbirleriyle selamlaşmalarında bile, bir ansiklopedilik kültür var.
Bazen takılıyorum bir kahramanın peşine. Belli ki kafasında bir şeyler tasarlıyor. Adımları düşünceleri ile senkronize ilerliyor. Ara sokaklardan geçiyoruz, binaların ruhları gözüme görünüyor. Durup incelemek, anlamak istiyorum bu yansıyan nedir diye ama zamanım yok duramam. Kahramanım dans adımlarıyla sessiz sakin ilerliyor. Ben de peşinden yalpalayarak.
Derken güzel bir meclisin içinde buluyoruz kendimizi. Selamlaşmayı işitince hafızamdaki “selam” kelimesi bendeki anlamını yitiriyor ve yeniden kaydedilmek üzere siliniyor.
Bir iki kelime ile bütün iyi dilekler ve dualar nasıl bu kadar içten ve samimi iletilebilir şaşıp kalıyorum. Keramet kelimelerde mi yoksa ona anlam iliştirip gönderen kalpte mi çözemiyorum.
Sonra sohbet başlıyor. Hitabet nedir, hatip kimdir işte orada anlıyorum. Yine anlıyorum ki ben bugüne kadar hiç konuşmamışım, konuşamamışım. Birbirlerine hitap şekilleri, konuyu ifade şekilleri, ses tonlamaları, bilgileri, zekâları beni kendimden geçiriyor.
Tam da “buradan hiç ayrılmak istemiyorum” derken kitabın ayracı sayfaların arasından kayıp düşüyor ve her şey bir anda gözümün önünden siliniyor. Hemen apar topar sayfayı yeniden buluyorum, ayracı koyuyorum ama nafile. Onları zamanın içerisinde kaybediyorum.
Karşımdaki aynada yüzümü fark ediyorum, ağlamaklıyım.
Etrafıma bakıyorum. Herkes her gün nefes alıyor, konuşuyor, yürüyor, sohbet ediyor ama yok o sahneyi bulamıyorum. Binaların ruhlarını göremiyorum. Hayatın içini doldurarak, anlamını vererek yaşama çevireni arıyorum, bulamıyorum. Kendim de yapamıyorum.
Nefeste başa dönmek istiyorum, olmaz diyorlar dönemezsin. En başa dönüp her şeyi yeniden doğrusuyla, tadıyla öğrenmek istiyorum yapamıyorum. Hiçliğimi, boşluğumu ve karanlıkta savruluşumu hissediyorum.
Çaresizce tekrar kitabı aralıyorum, ayracı da diğer elime alıyorum, ola ki onları tekrar görebilirsem zamanı hemen durdurabileyim diye. Biliyorum ki beynim gerçekle hayâli ayırt edemiyor. Belki de ben hayalden gerçeğe dönmek için çabalıyorum kim bilir?
0 yorum:
Yorum Gönder